Ah İstanbul,sen ne güzel bir şehirsin.Ne seninle olabiliyoruz,ne de senden vazgeçebiliyoruz.Her yerinden,tarih ve güzellik fışkırıyor.İnsan ömrü seni tanımak için ne kadar yetersiz ve kısa.
Yıllardır İstanbul’da olmama rağmen,ya tembellikten,ya da fırsat yaratamamaktan,Kız Kulesi’nin içine girmek kısmet olmamıştı.Bu güzelliği,hep uzaktan seyrettim yıllarca.İstanbul’un her iki yakasından da başka güzel göründü gözüme.Adına yazılmış,efsaneleri okudum dinledim hep.
360 derece İstanbul’u seyreyledi gözüm.Bakmaya,seyretmeye doyamadım.O balkonda,yıllar yıllar önce hangi gözler,nasıl bir İstanbul izliyordu diye düşündüm.Profil değişmişti ama eminim büyü aynı büyüydü.Öyle olmasa İstanbul’un fethi,için bunca çaba harcanırmıydı?
Kız kulesi’nin bulunduğu kara parçası yıllar önce Asya sahillerinin bir çıkıntısıyken,zamanla sahilden kopmuş ve şimdi ki adacık oluşmuş.Kısaca tarihçesi şöyle;
M.S. 1110’lara gelindiğinde ise bu küçük adacığın üzerindeki ilk belirgin yapı (kule), İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilir. 1143 – 1178 yılları arasında hükümdarlık süren İmparator Manuel, şehrin savunmasına yardım için iki tane kule yaptırmıştır. Bunlardan birini Mangana Manastırı yakınına (Topkapı Sarayı’nın sahili) diğerini ise Kızkulesi’nin bulunduğu yere inşa ettiren İmparator Manuel, hem düşman gemilerini Boğaz’a sokmamak, hem de ticaret gemilerinin gümrük vergisi vermeden geçişine engel olmak için, iki kule arasına zincir bağlatmıştır.
Osmanlı dönemi boyunca Kızkulesi’nin onarılarak ya da yer yer yeniden yapılarak yaşatıldığı bilinmektedir. 1510 yılında meydana gelen ve “küçük kıyamet” olarak anılan depremde İstanbul’daki pek çok yapı gibi Kızkulesi de büyük hasar görmüş, kulenin onarımı Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleştirilmiştir.
Çevresinin sığ olması sebebiyle 17. asırdan sonra kuleye bir de fener konulmuştur. Bu tarihten itibaren kule, artık bir kale değil bir deniz feneri olarak hizmet vermeye başlamıştır. Kuledeki toplar da bu dönemde artık korunma için değil, merasimlerde selamlama için atılıyordu. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçmek için İstanbul’a gelen Şehzade Selim, Üsküdar’dan geçerken, Kızkulesi’nden atılan toplarla selamlanmıştır. Bundan sonra uzun süre tahta geçen her Padişah için bu selamlama yapılarak, Padişah’ın tahta geçişi top atışları ile halka duyurulmuştur.
İkinci dünya savaşı döneminde Kızkulesi’nde yenileme çalışması yapılır. Kulenin çürüyen ahşap kısımları tamir edilir ve bazı bölümleri yıkılarak betonarmeye çevrilir.
1943’de yeniden büyük bir onarım geçiren kulenin çevresine büyük kayalar yerleştirilerek denize kayması önlenmiştir. Bu arada kulenin oturduğu kayanın etrafındaki rıhtımdaki ambar ve gaz depoları kaldırılmıştır. Yapının dış duvarları korunarak içi betonarme olarak yenilenmiştir.
Kızkulesi, 1959 yılında Askeriye’ye devredilmiş ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı, Boğazın deniz ve hava trafiğinin denetlenmesini sağlayan bir radar istasyonu olarak kullanılmıştır. “ Deniz Kuvvetleri Tesisi Mayın Gözetleme ve Radar İstasyonu” olan binadaki sarnıç, 1965’de yapılan tadilatlar sırasında üzeri beton dökülerek kapatılmıştır.
1983 yılından sonra kule, Denizcilik İşletmeleri’ne bırakılmış ve 1992 yılına kadar ara istasyon olarak kullanılmıştır.
1995 yılında Kızkulesi’nin restorasyon süreci başlar. Binlerce yıllık gizemli bir tarihe sahip bu özel mekan, kendine özgü kimliğine ve geleneksel mimarisine bağlı kalarak tamamlanan restorasyon çalışması sonrasında 2000 yılında kapılarını ziyarete açar.
Sonunda şeytanın bacağını kırıp,güzel,güneşli bir pazar günü,bu kez Kız Kulesi’nin balkonundan İstanbul’u izledim.Tüm kızgınlıklarıma rağmen İstanbul’a bir kez daha aşık oldum.Çok ama çok güzel göründü gözüme.Pırıl pırıl parlayan denizin ortasında,cilveli,işveli İstanbul’u izlemek,ayrı bir keyif verdi bugün bana.
360 derece İstanbul’u seyreyledi gözüm.Bakmaya,seyretmeye doyamadım.O balkonda,yıllar yıllar önce hangi gözler,nasıl bir İstanbul izliyordu diye düşündüm.Profil değişmişti ama eminim büyü aynı büyüydü.Öyle olmasa İstanbul’un fethi,için bunca çaba harcanırmıydı?
Kız kulesi’nin bulunduğu kara parçası yıllar önce Asya sahillerinin bir çıkıntısıyken,zamanla sahilden kopmuş ve şimdi ki adacık oluşmuş.Kısaca tarihçesi şöyle;
Kızkulesi’nin üzerinde yer aldığı kayalıktan ilk kez M.Ö. 410’da söz edilir. Bu tarihte Atinalı komutan Alkibiades, Boğaz’a girip çıkan gemileri denetlemek ve vergi almak amacıyla bu küçük ada üzerine bir kule inşa ettirir. Sarayburnu’nun bulunduğu yerden, kulenin bulunduğu adaya zincir gerilir ve kule böylece Boğaz’ın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük istasyonu halini alır.
M.S. 1110’lara gelindiğinde ise bu küçük adacığın üzerindeki ilk belirgin yapı (kule), İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilir. 1143 – 1178 yılları arasında hükümdarlık süren İmparator Manuel, şehrin savunmasına yardım için iki tane kule yaptırmıştır. Bunlardan birini Mangana Manastırı yakınına (Topkapı Sarayı’nın sahili) diğerini ise Kızkulesi’nin bulunduğu yere inşa ettiren İmparator Manuel, hem düşman gemilerini Boğaz’a sokmamak, hem de ticaret gemilerinin gümrük vergisi vermeden geçişine engel olmak için, iki kule arasına zincir bağlatmıştır.
Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet bu küçük kaleyi yıktırır ve yerine taştan, etrafı mazgallarla çevrili küçük bir kalecik yaptırır ve buraya toplar yerleştirir. Kaleye konulan bu toplar, liman içindeki gemiler için etkili bir silah olmuştur. Ancak kule, Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak kullanılmış ve Mehterler burada top atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit İstiklal Marşı) okumuşlardır. Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın önemli kısımları Fatih devri yapısıdır.
Osmanlı dönemi boyunca Kızkulesi’nin onarılarak ya da yer yer yeniden yapılarak yaşatıldığı bilinmektedir. 1510 yılında meydana gelen ve “küçük kıyamet” olarak anılan depremde İstanbul’daki pek çok yapı gibi Kızkulesi de büyük hasar görmüş, kulenin onarımı Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleştirilmiştir.
Çevresinin sığ olması sebebiyle 17. asırdan sonra kuleye bir de fener konulmuştur. Bu tarihten itibaren kule, artık bir kale değil bir deniz feneri olarak hizmet vermeye başlamıştır. Kuledeki toplar da bu dönemde artık korunma için değil, merasimlerde selamlama için atılıyordu. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçmek için İstanbul’a gelen Şehzade Selim, Üsküdar’dan geçerken, Kızkulesi’nden atılan toplarla selamlanmıştır. Bundan sonra uzun süre tahta geçen her Padişah için bu selamlama yapılarak, Padişah’ın tahta geçişi top atışları ile halka duyurulmuştur.
Kule, 1830-1831’de ise, kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüşür. Daha sonra 1836- 1837’de görülen ve 20-30 bin kişinin öldüğü veba salgını sırasında hastaların bir kısmı burada kurulan hastanede tecrit edilmiştir. Kızkulesi’nde tesis edilen bu hastanede uygulanan karantina ile salgının yayılması önlenmiştir.
İkinci dünya savaşı döneminde Kızkulesi’nde yenileme çalışması yapılır. Kulenin çürüyen ahşap kısımları tamir edilir ve bazı bölümleri yıkılarak betonarmeye çevrilir.
1943’de yeniden büyük bir onarım geçiren kulenin çevresine büyük kayalar yerleştirilerek denize kayması önlenmiştir. Bu arada kulenin oturduğu kayanın etrafındaki rıhtımdaki ambar ve gaz depoları kaldırılmıştır. Yapının dış duvarları korunarak içi betonarme olarak yenilenmiştir.
Kızkulesi, 1959 yılında Askeriye’ye devredilmiş ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı, Boğazın deniz ve hava trafiğinin denetlenmesini sağlayan bir radar istasyonu olarak kullanılmıştır. “ Deniz Kuvvetleri Tesisi Mayın Gözetleme ve Radar İstasyonu” olan binadaki sarnıç, 1965’de yapılan tadilatlar sırasında üzeri beton dökülerek kapatılmıştır.
1983 yılından sonra kule, Denizcilik İşletmeleri’ne bırakılmış ve 1992 yılına kadar ara istasyon olarak kullanılmıştır.
1995 yılında Kızkulesi’nin restorasyon süreci başlar. Binlerce yıllık gizemli bir tarihe sahip bu özel mekan, kendine özgü kimliğine ve geleneksel mimarisine bağlı kalarak tamamlanan restorasyon çalışması sonrasında 2000 yılında kapılarını ziyarete açar.
Kız Kulesi ile ilgili efsaneleri duymuşsunuzdur.Sanırım en çok bilineni,şu yılanlı hikayedir.Bunun yanında belki daha az bilineni,Hero ve Leandros’un ölümsüz aşk hikayesidir.Buna göre;
Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatan bu hikâye, Hero’nun kuleden ayrılmasıyla başlar. Hero, Afrodit’in rahibelerindendir ve aşka yasaklıdır. Yıllar sonra Afrodit’in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Delikanlının ateşli ve hüzünlü bakışı Hero’yu etkiler. İki aşık, yıllardır birbirlerini tanıyorlarmış gibi, bu kısacık zaman diliminde, kalplerinin artık başka bir insan için çarpmayacağını anlarlar. Birbirine aşık olan iki genç, Leandros’un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar.
Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros’un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde Hero’nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros, Boğaz’ın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi’nden Boğaz’ın sularına bırakır.
Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros’un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde Hero’nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros, Boğaz’ın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi’nden Boğaz’ın sularına bırakır.
Bütün bu güzelliğine rağmen,hüzünlü hikayeler ile anılıyor olması biraz insanın içini acıtıyor doğrusu.Ama şu da bir gerçek ki,hikayelerde hüzün de olsa temelinde aşk var.Bu da işin güzel tarafı,Allah birbirini sevenleri ayırmasın diyerek güzel ve keyifli bir hafta dilerim……
Kaynak;http://www.kizkulesi.com.tr/Default2.asp
Kaynak;http://www.kizkulesi.com.tr/Default2.asp
Etiketler: istanbul, kız kulesi, kız kulesinin içi, salacak, üsküdar
Gülerim canım benim, gerçekten çok kalabalık bir şehir olmasına rağmen içinde barındırdığı güzellikleri görerek yaşamaya devam ediyorsun bu şehirde. Bende İstanbul aşığı biriyim. Tarihin içinde yaşamak her zaman huzur vermiştir bana;) Öperim yanaklarından:)
Dogup buyudugum istanbulumdan ayri dustum ,cok ozledim,kiymetini bilin,
bende her cefasına rağmen çok seviyorum bu yedi tepeli şehri,bazıları delimisin nesini seviyorsun diyor,bilmiyorum ama seviyorum işte,var bir büyüsü demekki..
Canım gülerim keşke toplanıp toplanıp gitseydik oralara çok kıskandım seni bak şimdi:) ne iyi ettin fotoğraflamakla gitmiş görmüş kadar olduk en azından:)
istanbulda yaşam çok zor ve sinir bozucu olabiliyor hele hele tam bu mevsim canım.
kocaman öperim seni..
Yıllardır İstanbuldayım hep gitmek istesem de bir türlü kısmet olmadı. İnşallah mayıs ayında dayımlar gelecek dayımda çok istiyor onunla giderim diye plan yapıyorum şimdiden 🙂