Gün geçtikçe insanlar ister istemez değişiyor.Bunu kötü anlamda söylemiyorum,yani tercihleri,seçimleri değişebiliyor.Eskiden tatil deyince aklımıza ilk gelen güneş,deniz,kum vs idi.Artık farklı düşünmeye başladık.Daha doğrusu ben hep farklı düşünüyordum da,Babangam öyle pek gezgin bir ruh değildi. Benim de nedense ,bir göçebe ruhum var.Biraz oraya ,biraz buraya gitmeyi seviyorum.Tatil deyince aklıma öyle beş yıldızlı oteller,tatil köyleri gelmiyor açıkçası.Dünya para verip,oralarda yine de yemek için rezervasyon yaptırmak,sıra beklemek,tatil için süslü kıyafetler taşımak sanırım çok da bana göre değil.O tür yerleri sevmediğimden değil ama akşam yemeğe inerken ,karşılaşan bayanların ne giymiş acaba merakıyla birbirlerini baştan aşağı süzmesi,tatilde olunmasına rağmen ful makyaj yapıp saçların fönlenmesi falan çok da bana uyan şeyler değil.Tatil deyince benim ilk aklıma gelen şey özgürlük.Herzaman yaşadığın yerden uzaklaşmak,seni tanımayan insanların arasına karışmak,yeni yerler görmek,yeni lezzetler keşfetmek,yeni insanlar tanımak ama bir terlik,bir şortla gezerken bunları yapabilmek.Babangam da tam anlatıklarımın tersine tatilde lüks ve konforlu mekanlarda olmayı,ütülü pantalon ve gömlekler giymeyi,her kıyafetine uygun saatler takmayı vs seven bir yakışıklı adamdı.Dı diyorum,çünkü yıllarca onun hoşlandığı türde tatiller yaptık.Bir tatil köyüne veya güzel bir otele yerleşip,herşey dahil deyip,girdiğimiz otelden,tatil sonu çıktık.Görüp göreceğimiz,gittiğimiz tatil yeri ve kaldığımız otel mutfağının süslü yemekleri oldu.Ama artık devir benim devrim ve sıra bana geldi.İşin ilginci ilk kez geçen sene bu şekilde ordan oraya yaptığımız tatil Babangamında hoşuna gidince bu sene de iki gezgin ruh düştük yollara.Geçen sene ki tatil maceralarını,hayata dair kategorisinde Güler’in Yol Maceraları etiketi ile okuyabilirsiniz.Bu sene yola çıkarken ilk durağımızın annemi ziyaretle başlamasına karar verdik.Artık annemin elini öpüp ,koklayamasam da,onun bizi gördüğüne ve duyduğuna yürekten inanıyorum.Afyon’da Canım Annemi ziyaret edip,dualarımızın onun ruhuna ulaşmasını canı gönülden dileyerek,ilk dinlenme ve mola yeri olarak Denizli’yi seçtik.Babangamda ben de daha önce geçip gittiğimiz o yüzden geldik saymadığımız Denizli’ye ilk kez gerçek manada geliyorduk.Plansız ve rezervasyonsuz.Gelmişken daha önce gelmiş olmamıza rağmen Pamukkale’ye uğradık.Eskiden arabayla yukarılara kadar çıkılırken bu sefer arabalara izin vermiyorlardı.Pamukkale Natural Park girişinde aracınızı park edip yürüyerek uzun bir yol katederek travertenlere ulaşabiliyorsunuz.Aslında bu insan bünyesini zorlayan bir durum olmasına rağmen doğal ortamın korunması açısından çok da iyi olmuş. Uzun yıllar önce geldiğimizde ,çok da hoşuma gitmeyen Pamukkale’yi bu sefer çok daha iyi ve temiz buldum.Parkın içinde güzel oturup,dinlenip,birşeyler yiyip içebileceğiniz mekanlar var.Cumartesi günü olmasından mı bilmem,bir sürü gelin,damat ve nişan kıyafetleri ile parkın içinde dolaşan çiftler vardı.Bu arada Denizli kızlarının gelinlik ve nişan kıyafeti zevkleri hakkında da geniş bir fikre sahip olmuş oldum. Bu arada yine bazı hayvanların yine insanların zevkleri için alet ediliyor olması beni üzdü doğrusu.O sıcakta güneş altında ağzı bağlanmış bu devecik,kafasında şapka ile poz veriyor,insanlarla resim çektiriyordu.Resimde okuyabiliyormusunuz bilmiyorum ama bu can ile tur, 20 TL,ayakta resim çektirme 10 TL,üzerinde 5 TL,yanında foto çektirme ise 3 Tl değerindeydi.Ayrıca çocukların bindirilip gezdirildiği bir Sıpanın çektiği küçük bir araba dahi vardı.Türk insanı her ortam ve durumu paraya çevirme zekasına sahip.:) Pamukkale’de geçirdiğimiz bir iki saat sonunda Denizli’ye geliverdik.Denizli son derece modern,tertemiz bir şehir.Anadolu insanı herzaman ki gibi sıcacık ve samimi.Son derece güleryüzlü olan Denizli halkı ne soru sorsak bizi aydınlatmak için elinden geleni yaptı.Bu arada o kadar güzel melodik bir şiveleri varki ,dinlerken insan susmalarını istemiyor doğrusu.Denizli’ye gelip de meşhur fırın kebabını yememek mümkün değildi.Daha Pamukkale’de iken başladım araştırmaya bu nam-ı diğer çatalsız en lezzetli nerede yenilebilir diye.Pamukkale’de sorduklarımız da,sağolsun lezzet aşığı dostlarımız da bize aynı adresi gösterdiler.Ancak şöyle bir durum vardı,bu kebap saat 11 den öğleden sonra 3 en fazla 5 e kadar bulunabiliyordu.Oysa biz bunun için oldukça geç kalmıştık ama büyük bir güvenle,koskoca Denizli’de o dillere destan fırın kebabı bulamayacak değiliz ki diye düşünerek,önce otele yerleşmeye karar verdik.Dediğim gibi tamamen rezervasyonsuz ve doğaçlama hareket ettiğimizden,arabayı bir kenara çekip,internetten kısa bir araştırma ve telefon görüşmesi sonunda şehir merkezinde olmasını istediğimiz oteli seçtik.Tam şehir merkezinde meşhur Denizli Horozu heykelinin çarprazında minik bir otel.Esin Otel
Aslında otelden çok da büyük bir beklentimiz yoktu.İstediğimiz tek şey temiz olması ve şehir merkezinde bulunmasıydı.Esin Otel 40 oda kapasiteli ,Wi-Fi olan tam meydanda içi tertemiz bir otel.Sabahları açık büfe kahvaltısı,odalarında kliması,balkonu olan ,herşeyden önemlisi çalışan personeli güleryüzlü ve çok güzel Denizli şivesi ile konuşan insanlardan oluşan bir otel.Odamıza yerleştiğimizin 5. dakikasında biz istemeden çay servisi yaparak beni kazandılar.Kahvaltısını henüz bu satırları yazarken görmediğim için o konu hakkında görüş bildiremiyorum.Evet efendim gelelim asıl konumuza,Lezzeti dillere destan fırın kebabını tatmak için dediğim gibi son derece rahat bir şekilde,bize önerilen mekana yürüyerek gitmeye karar verdik.Kale İçi’nde bir yeri önerdi herkes.Bu arada bir şeyler almak için girdiğimiz,dükkan sahibine bu mekanı sorduğumuzda bu saatte mümkün değil bulamazsınız çatalsız kebabı dedi.İşte o an benim bittiğim an oldu.Dükkan sahibine ısrarla bu saatte et biter mi koca Denizli’de diye ısrar ediyormuşum ki ,Babangam elimden tutup beni mağazanın dışına çıkardı.Ben hala ısrarla,bu kadar ünlü bir kebabın erken bir saatte bittiğine inanmazken ve neredeyse ağlamaya hazırlanan ses tonuyla konuşurken,o da bana dükkan sahibinin anlattığı şekilde buradaki insanların düzenlerinin bu şekilde olduğunu ve bu kebabı yapan ustaların bu şekilde çalıştıklarını anlatmaya çalışıyordu.Ama ben inatçı oğlak kimliğine sahip,aynı zamanda yemek blogu olan bir yazar olarak yılmak yok arayacağız dedim.Canım Babangam ile elele Kale İçi’ne kadar yürüdük.Gördük ki bütün dükkanlar kapanmış.Ara sokaklara daldık.Derken Allah beni sevindirdi ve Saraylar Mahallesinde Kebapçı Selçuk Usta’nın mekanını karşımıza çıkardı.Neredeyse koşarak içeri girdik.Çatalsız yemeye geldik dedik.Buyrun dediklerinde bize masa gösteren çocuğa soru sormaya başlamıştım bile.Bu kebabı,13 ile 14 kg ağırlığında kuzu etlerinden yaptıklarını,dişi kuzu etinin daha yumuşak olduğunu anlatmaya başlamıştı.Kuzunun her bir bölgesi bu kebabı yapmaya uygunmuş.Bir tek but kısmı fazla yağlı olmadığından o kısım fazla kullanılmıyormuş.Yıllardır ustalar yazdığım saatlerde et çıkarıyorlarmış.Fırın kebabını yapan ilk ustalar bu kebabı elle yenmek üzere sunduklarından onlara saygı adına hala elle ikram edilip el ile yeniliyormuş.Benim için hiç sorun değil ben on parmak yiyebilirim,çok kokmadığı sürece ki kuzu eti koyun eti gibi kokmaz onu da yerim ama sorun Babanga.Onu da fazla çizgisi dışına çıkmaya zorlamak haksızlık olur diye düşünüyordum.Fakat baktım o da çok fazla olaya girmiş durumda.Neticede o anda olayın benim için değer ve önemini kavramış hatta beni de geçmiş.
Mekan resimlerde de gördüğünüz gibi basit bir esnaf lokantası biçiminde.Ancak ilgi tavan yapmış durumda.Masalarda gerçekten servis yok ,ne tabak ne çatal ne de bıçak konulmamış.Servis yapacak olan arkadaş eti nasıl istediğimizi sorduğunda kemiksiz ve yağsız cevabımız üzerine, bu et bir miktar yağlı olursa lezzetli olur deyince, seçimi ona bıraktık.
Soğan, domates ve tazecik acı biber masaya geldikten sonra ortaya 2 kişilik olarak gelen et (adet böyleymiş,istenirse tek kişilik porsiyonlar olarak da veriyorlarmış),dükkandaki bir müşterinin,saat ilerlediği için et bir miktar kurumuş olabilir ama buranın kebabı çok lezzetlidir ve bu kebap şu saatlerde yenir şeklinde bir özetinden sonra afiyetle mideye indirildi.Gerçekten çok lezzetliydi ve tadı damağımızda kaldı ancak daha fazlası olmadığından onu bulduğumuza şükrederek mutlu bir şekilde dükkandan ayrıldık.
Bu arada Bu kebabı Denizli halkının oldukça yağlı sevdiğini ve öyle yediğini ,burada yaşayan insanların çayı en az 3 şekerle içtiğini,Denizli’nin kızı,tozu ve horozu ünlüdür diye bir söz olduğunu da öğrendik.
Denizli’nin horozunun ünü herkesçe bilinir.Ancak gördüğünüz horoz heykeli bulunduğu yere 2 gün önce dikilmiş, bu da benim burası için iyi şansımdı.Heykelin etrafındaki kalabalığı tahmin bile edemezsiniz.İlk kez zorlanmadan ve bu kadın ne yapıyor diye düşünürler mi acaba demeden gönül rahatlığı ile fotoğraf çektim.Çünkü benimle birlikte onlarca kişi horoz heykelinin fotoğrafını çekiyordu.
Bu arada Denizli deyince Sevgili Özay Gönlüm’ü de sevgi ve rahmet ile anmadan geçmeyelim.
Siz siz olun bizim düştüğümüz hataya düşmeyin.Bu lezzetli kebabı yemek istiyorsanız gündüz 11 ile en geç 16:00 arası Denizli’de olun.
Şimdi veda zamanı yarın sabah erkenden yollarda başka bir güzel tatil yöremizde olacağız.
Sevgiyle….
Etiketler: çatalsız, denizli, denizli esin otel, denizli fırın kebabı, denizli horozu, denizli otelleri, denizlide çatalsız kebap nerede yenir, denizlide ne yapılır, denizlide ne yenir, fırın kebabı, özay gönlüm, pamukkale
Bir cevap yazın