Gezmeyi çok seviyorum diyeceğim de siz de kim sevmez diyeceksiniz.Sevmeyenler de var mutlaka ya da üşenenler diyelim.Oysa yaşadığımız şu dünyada öyle güzellikler var ki gidilip görülmeyi, keşfedilmeyi bekleyen, insanın ömrü yetmez.
Katıldığım her gezi çok da mutlu etmiyor beni aslında.Bazılarında hayal kırıklığı yaşıyorum.Hayal ettiğim şeyler, gerçekle örtüşmüyor.Fakat bu kez hayal ettiğimin fazlası ile karşılaştım.Tabii ki bunda seçtiğiniz tur ve organizasyon da etkili oluyor.Folklorik Turizm ile pek çok yere seyahat ettim, çok şükür hep de memnun kaldım.Söz verdiklerini hakkıyla yerine getiriyorlar.Çalıştıkları rehberler de son derece bilgili ve cana yakın oluyor.Yol boyunca gezilen ve gezilecek olan yerlerin tarihlerini ve hikayelerini yorulmadan anlatıyorlar.Öncelikle tekrar Folklorik Turizme ve rehberimiz Alican Beye sonsuz teşekkürler.
Edirne’ye yıllar önce bir Ramazan ayında, oruçlu oruçlu gitmiştik.Amaç Selimiye Camii’ni görmekti.Oruçlu olduğumdan mı, yoksa henüz gönül gözüm açılmadığından mı bilmem hayal meyal hatırlıyorum.Bu kez Edirne’nin altını üstüne getirdim diyebilirim.Gittiğim şehir gezilerine, turla gitmeyi seviyorum.Bilen birileri tarafından götürülünce tam bir nokta atışı yapılıyor.Herşey düşünülmüş ve iyi organize edilmişse ki öyleydi, gezi bana göre tam da amacına ulaşıyor.
Edirne’ye her zaman gidilebilir, tarihi eserleri ve dillere destan ciğer ve köftesiyle mükemmel bir yemek yenilebilir. Ancak Hıdrellez kapıyı çalınca, Kakava şenliklerini de görmek adına bu tarihi seçtim.Çok da iyi yaptım.İnsanların rengarenk dünyalarına girdim, onların ruhuna, hayatına dokundum, bir kez de sizlere yaşayıp gördüklerimi yazarak filmi baştan izleme keyfini yaşadığım için daha da mutluyum.Buyrun birlikte tekrar gezelim.
Turların çoğunda olduğu gibi, sabah erken saatlerde Kadıköy Evlendirme Dairesinin önünde buluştuk.Tur rehberimiz genç ve sakin yapısıyla Alican Bey’in önderliğinde, tanışma kaynaşma faslı ile gün başladı.Tura katılanlar gruplar halinde ve bayan ağırlıklıydı.Sanırım bayanların çok daha fazla dilek dileme, adak adama hevesi var.Bana çok geziyorsun diyen arkadaşlar, turda bu geziye ikinci hatta üçüncü kere katılan bayanlar vardı.Kendime kızdım ben niye şimdiye kadar burayı ihmal ettim diye.Bilirsiniz bayanlar her ortama bir tat bir renk katarlar. 🙂 Güne rengarenk başladık bizde.Selimpaşa’da verilen ilk mola ile çaylar, kahveler, kahvaltı faslı derken, yolun bir an önce bitmesini ve Edirne’ye ulaşmayı isteyip bir yandan da tur içindeki konuşmalara kulak kabartarak devam etti yolculuğum.
İyi güzel insanlarız da biraz kaprisli bir milletiz sanki.Şuncacık yolda neden araç içinde çay kahve servisi yok diye söylenen teyzeler vardı.Oysa mola yerinde içtiğimiz kahveler henüz midemize daha inmemişken.Ben yol boyunca tüm dikkatimi rehberimizin verdiği bilgilere yöneltmişken, arada yağan yağmur eşliğinde camdan akıp giden manzara ile mest bir şekilde devam ettim keyfime.
Edirne sizin de bildiğiniz gibi, 92 yıl boyunca Osmanlıya başkentlik yapan bir serhad şehridir.Batıya açılan kapı olan Edirne, bu özelliği dolayısıyla sayısız işgal görmüş ancak Osmanlının sayısız tarihi eserlerini de bağrında saklamış ve korumuş bir şehir olarak dimdik ayakta durmaktadır.
Edirne’de ilk durağımız Kıyık Tabya idi.Tepeden Edirne’yi görerek hafif bir yokuş tımandık tabyaya ulaşmak için.Muhteşem bir manzaraydı.
Kıyık Tabya
Düşman, hatları geçtikten sonra ölürsem, kendimi şehit kabul etmiyorum.
Beni mezara koymayın!.. Etimi, itler ve kuşlar, çeke çeke yesinler…
Fakat müdafaa hattımız, bozulmadan şehit olursam;
Kefenim, lifim ve sabunum çantamdadır. Beni bu mahale gömeceksiniz….
Ve gelen nesiller, üzerime bir abide dikeceklerdir !…”
Diyen Şükrü Paşa’nın anıtı, Edirne’nin 104 mt yüksekliğinde ki en yüksek yerinde yer alıp, Selimiye’ye belki de bakabileceğiniz en güzel görüş açısına sahip bir tepede inşa edilmiş.Balkan Harbi sırasında kendisinden 40 gün süreyle dayanması istenmesine rağmen 5 ay 5 gün kahramanca Edirne’yi müdafaa etmiş olan, Şükrü Paşa bu süre sonunda düşmanın Selimiye ve diğer eserlere zarar vermesine mani olmak amacıyla teslim olmuş.
Tabyaların içine girdiğinizde bu vatanın ne zorluklar ve ne canlar pahasına kazanıldığını, ayak ucunuzdan saç telinize kadar tüm vücudunuz ürpererek görüyorsunuz.
Tabyaların içindeki konu mankenleri, canlandırmalar ve sürekli yayın yapan ses düzeni ile bir kez daha gurur ve minnetle göğsünüz kabarıyor.Bu şehitlere, bu kahraman insanlara çektikleri tüm eziyet ve canları pahasına bu vatan topraklarını korudukları için dua edip saygıyla eğiliyorsunuz.
Bu tepe aynı zamanda buçuk tepe diye de anılıyormuş.Buçuk Tepe bir isyanla ünlenmiş ve adını bu olaydan almış.Küçük yaşta padişah olan Fatih Sultan Mehmet döneminde, o zamanki deyimle “Tagşiş”; günümüzde ise devaülasyon denilen paranın değerini düşürme olayı ilk kez yaşanmış ve bundan kaynaklanan hayat pahalılığı Yeniçerilerin ayaklanmasına yol açmıştır. Ancak Yeniçerilerin maaşlarına Sultan II.Murat tarafından “buçuk akçe” zam yapılıp ikna edilince isyan bastırılmış.
Bu güzelliği gördükten sonra biraz zorlanarak çıktığımız tepeden kolayca inip, tekrar aracımıza bindik.Vakit öğlen olmuş ve karınlar acıkmıştı.Yemek kısmını bir sonra ki postumda yayınlayacağımdan, gezi notlarını aktarmaya devam ediyorum.
Yemeğimizi yedikten sonra, Eski Camii’yi ziyarete gittik.
Eski Camii ya da diğer adıyla Ulu Camii
Selimiye ile karşılıklı bakışan güzel ve heybetli bir camii.Tam merkezde ihtişamla duruyor.Camiye girişte, duvarlarının birinde kocaman Allah, diğerinde Muhammed yazıyor.Caminin iç duvarları, hat sanatıyla bezenmiş.Devasa yazılar insanı gerçekten büyülüyor.Çevrede Yazılı Camii diye de anılıyormuş.II. Murat zamanında Hacı Bayram-ı Veli bu camide vaaz verdiğinden, bugünkü imamlar saygı gereği onun kullandığı kürsüyü kullanmıyorlarmış.Ayrıca camii de Kabe’den getirilmiş, Hacer-ül Esved taşı da yer alıyor.
Üç Şerefeli Camii
Eski Camiyi solunuza, Selimiye’yi sağınıza alıp yol boyunca devam ettiğinizde dar ve kıvrımlı yol sonunda Üç Şerefeli Camii’ye ulaşıyorsunuz.Değişik mimarisi ile uzunlamasına bir yapı.İçeri girdiğinizde bir anda kocaman kubbenin altında buluyorsunuz kendinizi.Birbirinden farklı dört minaresinin biri üç, biri iki diğer ikisi tek şerefeli olarak inşa edilmiş.En uzun ve üç şerefeli olan camiye adını vermiş.Bu caminin bana göre en ilginç tarafı, Mihrabın iki yanında yer alan ve döndüğü süresince yapının dengede olduğunu ispatlayan silindir şeklinde ki taşlardı.İlginç ve çok akılcı geldi.Terazi olarak düşünülmüş bu silindir taşlar çevirdiğinizde gerçekten de dönüyordu.
Bu camiinin bir ayrı ilgi çekici özelliği de,II. Murad’ın rüyasında üç büyük meleği görerek bu camiye o meleklerin oturduğunu gördüğü yerlere yaptırdığı 3 büyük taş sütun oldu.
Aşağıda ki fotoğrafta, sözünü ettiğim,terazi olarak düşünülmüş dönen silindir şeklindeki taşları ve üç büyük meleğin oturduğu söylenen yerlere yapılmış taş sütunları görebilirsiniz.
Selimiye Camii
Edirne’nin simgesi haline gelen ve Mimar Sinan’ın 80 yaşındayken, ustalık eserim diyerek tüm bilgi ve tecrübe birikimi ile inşa ettiği Selimiye Camine gelirsek buranın güzelliğini anlatmak çok zor, gidin ve görmediyseniz gözleriniz ile görün derim.Rivayet odur ki, II. Selim rüyasında bu camiyi yaptırmasını söyleyen Hz.Muhammed’in arzusu ile bu caminin buraya yapılmasını istemiş.Diğer bir söyleve göre de bu ihtişamlı camiyi İstanbul’a yapacak kadar yüksek bir tepe kalmadığından Edirne’de yapılması uygun görülmüş.
Caminin içinde, müezzin mahfilinin ayaklarından birinde yer alan ters lale figürünün hikayesi de, bu alanda bulunan lale bahçesinin sahibi olan kadının bu alanı önce vermek istememesi, sonradan yapılacak camide lale figürü yer alması şartıyla razı oluşuna dayanır.Mimar Sinan’da ters lale figürü ile bu alanda eskiden bir lale bahçesi olduğunu ve sahibi olan kadının tersliğini simgelemesi açısından laleyi baş aşağı koyarak hikayelemiş olayı.
Unesco Dünya Mirası komitesi tarafından, dünya mirası listesinde yer alan Selimiye Camiinin içerisi eşsiz İznik Çinileriyle bezenmiş.Ancak giderseniz göreceksiniz duvarlarındaki bazı çiniler, Osmanlı Rus savaşında sökülerek Moskova’ya götürüldüğünden duvarda boş yerleri kalmış.
Görmeyenler mutlaka gidip görsünler derim, mimarisi ile ilgili çok daha ayrıntılı bilgiye internetten ulaşabilirsiniz.Edirne’nin her köşesinden görülen bu eşsiz yapıt için Sinan’ın ruhu şad olsun.
Turdaki arkadaşlardan bir tanesi Selimiye Camiisini gezerken bu caminin bakımı nasıl yapılıyor diye sordu.Bir sonraki durağımız da böylece ortaya çıkmış oldu.Selimiye Arasta, Ali Fuat Paşa Çarşısı ve Bedesten.Rotamızda bunlar da vardı. Arasta, çarşılarda aynı işi yapan esnafın bulunduğu kısımmış.Örneğin, yemeniciler arastası, bakırcılar arastası gibi.Selimiye Arasta, Sultan III. Murat tarafından Selimiye Camisine gelir kaynağı olması için yaptırılmış.Tarihine girip sizleri sıkmak istemiyorum.İçerisi birbirinden ilginç dükkan ve tezgahlarla dolu.Ali Fuat Paşa Çarşısı da kapalı çarşının mini versiyonu diyebiliriz.Edirne’nin ünlü rengarenk meyve şeklinde sabunları, aynalı süpürgeleri, bez bebekleri, giysi, ayakkabı çanta, müzik aleti kısacası ihtiyacınız olan her şey var içinde.
Sembolik bir aynalı süpürge ben de aldım.Zamanında kayınvalideler, süslenirken iş yapmayı ihmal etmesin diye gelinlere alırlarmış, şimdi hala espri olarak bile olsa çeyizlerde yer alan bir obje olarak önemini koruyormuş.Bu arada en ilgimi çekenlerden birisi de instagram hesabımda da paylaştığım altın bilezik taklitleri.O kadar gerçeğine yakın duruyor ki, durumu çok iyi olup da gerçeğini alamayanlar, varlıklı görünmek adına alıp takıyorlarmış. 🙂
Efendim bu geziye dair yazacak çok şeyim var ancak hem sizi sıkmak istemiyorum hem de hakkını vererek anlatmak istiyorum.Bu nedenle yazının devamı bir sonra ki postta yer alacak.O yazıda neler mi olacak, Şifahane, Lozan Anıtı, Karaağaç, Adalet Kulesi, Kakava Şenlikleri ve tabiî ki Edirne’ de neyi nerede yemeli.Takipte kalın.
Sevgiyle…
Etiketler: ali fuat paşa çarşısı, arasta, bedesten, Edirne, Edirne camileri, edirne çarşıları, Edirne şehir turu, eski camii, kıyık tabya, mimar sinan, Selimiye arasta, selimiye camii, selimiye camii neden Edirneye yapılmış, şükrü paşa anıtı, üç şerefeli camii, üç şerefeli camii melekler hikayesi, yazılı camii
Yazının başında Kıyık Tabya’yı okurken Şemsi Paşa’nın sözlerini okurken gözlerim doldu, o zamanların zorluğu ve insanların ne kadar vatan sevgisiyle dolu olduğunu düşününce. İçimde bir yerlerde bir şey cız ediyor…. Atalarımıza ne kadar çok şey borçluyuz….
Edirne’ye çok zaman önce teyzemlerle gitmiş, Selimiye Cami, Çarşıyı ve çiğercilerini ziyaret etmiştik. Ama yazıyı okuyunca daha bi güzel gözüktü gözümde. Gerçi geçen yaz Barcelona’ya gelmeden çiğerini ve badem ezmesini yemek nasip olmuştu..
Hep yazı yazın, güzel duygularınızı okumak bana çok iyi geleiyor… sevgiyle…
Sizin güzel yorumlarınızdan cesaret alarak yazıyorum çok teşekkürler Filizcim 🙂