Bir önceki yazımda ( okumak için tıklayın) da belirttiğim gibi, o kadar dolu bir gezi oldu ki tek yazıya sıkıştırmak istemedim.İlk bölümde kısaca Edirne’nin camii ve çarşılarından bahsettim.Bu yazının konusu belki de daha ilgi çekici.Çünkü içerisinde yemek var, eğlence var ve beni bu gezinin en etkileyen kısmı Şifahane yani sağlık müzesi var.
Şifahane, Sağlık Müzesi
II.Bayezıd Külliyesi, II.Bayezıd tarafından Edirne’ye Darüşşifa kazandırmak amacıyla 1484 yılında yaptırılmış.Yapımı dört yıl sürmüş.Edirne’ye 2 km mesafede Tunca Nehri kenarında, camii, tıp medresesi, imaret, darüşşifa, hamam ve mutfak gibi pek çok bölümü olan içi huzur dolu bir yer.
1984 yılında Trakya Üniversitesine devredilerek sağlık müzesi haline getirilmiş.Çok eski zamanlarda Avrupa’da akıl hastalarına türlü işkenceler yapılıp yakıldıkları zamanda, burada böyle bir şifahanenin yapılmış olması ilginç geliyor.Külliyede tıp öğrenimi gören gençler olduğu gibi, hastaların musıki, su ve değişik kokulu çiçeklerle iyileştirilmeye çalışılması daha da ilginç.Ortada yer alan şadırvandan akan suyun sesi, müzik ile birleştiğinde gerçekten insana bir sakinlik ve huzur veriyor.15.yüzyılda, içinde müzik icra edilen bir sahnenin olması, üçü hanende (şarkı söyleyen) yedisi sazende (müzik aleti çalan) on kişilik bir ekiple haftanın üç günü hastaların huzur bulması adına müzik yapılan ve hastahane diye değil ‘’şifahane’’ diye anılması işi en baştan pozitif olarak yakalıyor.Müzik ruhun gıdasıdır sözü de belki buradan geliyor.
Daha bahçesine girdiğinizde, içinizi bir sakinlik sarıp sarmalıyor.Bana öyle oldu doğrusu.Mankenlerle canlandırma yapılmış odalara girdiğinizde, bir parça ürperseniz de, o şadırvandan akan suyun sesi ile birleşen derinden gelen musikiyi oturup dinlemek istiyorsunuz.Her makamın karşılık geldiği bir hastalık olduğunu görmek de ayrı bir güzellik oldu benim için.Örneğin Neva Makamı, gönül okşamak, kötü düşünceleri uzaklaştırmak için, Rehavi Makamı baş ağrısı için kullanılırmış.Müzenin içerisinde zamanında kullanılmış tıbbi cihazlar, musıki aletleri ve benim en çok ilgimi çeken mutfağının içerisinde, o zamanlarda yemek pişirilmiş kazanlar,tencereler bulunuyor.O devirde yapılan tıbbi müdahaleler resmedilmiş.Mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yer.
Meriç’in öte Yanı, Karaağaç ve Lozan Anıtı
Suyun öte yanında tek Türk toprağı olan Karaağaç Edirne’nin 4 km güneybatısında kalan arnavut kaldırımlı, küçücük şirin bir belde.Yolculuğumuz sırasında yakalandığımız yağmur sonrası çıkan gökkuşağının altından geçtikten sonra, sırasıyla önce Tunca Köprüsünden daha sonra da Meriç Köprüsünün üzerinden geçerek ulaştık Karaağaç’a.Edirne halkının mesire yeri olan söğüt ağaçlarının gölgesinde Bülbül Adasını geçip, sola döndüğünüzde devam eden arnavut kaldırımlı yoldan Karaağaç Tren garı ile sonlanan küçücük bir yer.Sağa dönüşün sonu Yunanistan sınırı Pazarkule’ye ulaşıyormuş.Burası bana Dinar’ın depremden önceki halini hatırlattı.Arnavut kaldırımdan ister yürüyerek ister fayton eşliğinde yolun sonunun vardığı tren istasyonu ile.
Lozan Anıtı’nın hemen yanında dimdik duran Karaağaç tren garı günümüzde, Trakya Üniversitesi Rektörlük Binası olarak kullanılmaktaymış.Yeşillikler arasında bir abide.Lozan Antlaşması ile savaş tanzimatı olarak Türkler’e verilen Karaağaç, suyun öbür yanı ile Yunanistan’a bitişik.Meriç Nehri boyunca irili ufaklı cafeler, restaurantlar ile gündüzleri değilse de, akşamları oldukça hareketli bir yere benziyor.Havasında sanki biraz hüzün, biraz da dinginlik var.Kakava Şenlikleri nedeniyle burada davul zurna ile karşılandık, roman arkadaşlar davul ve zurnanın hakkını verirken, kahvelerimizi Meriç Nehri ve tarihi Meriç Köprüsüne karşı yudumladık.
Adalet Kasrı
Kakava Şenliklerinin yapılacağı Saray içi mevkine giderken gördüğüm Adalet Kasrı için de bir iki cümle yazmadan geçemeyeceğim.Adalet Kasrı, Edirne Sarayı’na Kanuni Sultan Süleyman zamanında eklenmiş.Rivayete göre Kanuni, kanunlarını burada yazdırırmış.Divan-ı Hümayun olarak kullanılmış bu yapının önünde, iki adet taş duruyor.Bu taşlardan biri, seng-i arz diye anılan halkın hükümdardan taleplerini bir dilekçe yazarak bıraktığı taş olarak anılırken, diğeri seng-i ibret taşı ise kellesi kesilerek idam edilenlerin ibret için kafalarının bırakıldığı taşmış.Bu taşları görünce, Muhteşem Yüzyıl dizisini de izlemişseniz bir an o sahneler gözünüzün önünde canlanıveriyor.
İşin ilginç yanı şenliklerde, dizide Valide Sultan olarak izlediğimiz Nebahat Çehre ile burun buruna gelmem oldu. Etrafıma bir bakındım Kanuni de buralarda olabilir mi diye 🙂
Kırkpınar Er Meydanı
Saray içinde yer alan Kırkpınar’ı da selamlayarak geçtik önünden.Nice erlerin her yıl üç gün boyunca güreş tuttuğu bu meydanın bir de hikayesi varmış. 1354 yılında Orhan Gazi, Oğlu Süleyman Paşa’yı ‘’ Rum Eli’ni alasın ‘’ diye karşı kıyıya yollamış.Karşı kıyıya ilk çıkanlar, akıncıların öncü birlikleri olan ve Kırklar diye anılan er kişilermiş.Mola verdikleri sırada iki kardeş güreşe tutuşmuş ve günler süren güreşte yenişemeyip orada can vermişler.Diğer arkadaşları onları orada ki söğüdün altına gömmüş.Dönüş yolunda arkadaşlarının mezarını ziyaret için oraya gittiklerinde, oradan bir pınar çıktığını görmüşler .Kırklar anısına oraya Kırkpınar adı verilip, ölen kardeşlerin anısına her sene güreşler düzenlenir olmuş.Tarihinde hikaye böyle geçiyor.Meydanda bir de kırmızı dipli mum heykeli var ki, vakti zamanında bu güreşlere davet için kahvehanelerin önüne asılırmış. O mumun asılı olduğu yer halkı, güreşlere bu şekilde davet edilirmiş.
Şenliklerde roman halk ile dans eden Nebahat Çehre, son derece hoş bir görüntü sergiledi.Öyle bir karşı karşıya geldik ki, fotoğraf makinemin denklanşörüne basıverdim.Şenliklere gelen bazı bayanların günün anlam ve önemine uygun giyinmesi de son derece güzeldi.Daha Selimiye Arasta’da tanık olmaya başladığımız eğlencenin assolisti sanırım aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz güzel roman kızıydı.Ne yana dönsem, onu gördüm.Çeribaşının karizması da tavan yapıyordu doğrusu. 🙂
Gelelim gezinin asıl amacı olan Kakava Şenliklerine.Halk arasında Hıdrellez diye anılan ve baharın karşılanması, bolluk, bereket ve iyi şans için kutlanan, Hızır ve İlyas’ın buluştuğu kabul edilen gecedir.Hızır karadakilerin, İlyas ise denizdekilerin yardımcısıdır.Rivayete göre Hızır Aleyhisselam’ın elini sürdüğü her şeye bolluk ve bereket gelir.Dilekler kabul olur.Edirne’de ki Roman halkı bunu öyle bir kutluyor ki, dillere destan.Bir festival havasında gerçekleşen eğlencenin yeri, Saray İçindeki meydan.Burada kocaman bir ateş yakılıyor ve neredeyse tüm Edirne burada toplanıyor.Konserler veriliyor, etli pilavlar pişirilip dağıtılıyor.Romanlar tarafından seçilen Çeribaşı meydanda gezinip, gelenlerle fotoğraf çektiriyor.Roman kızlar delikanlılar hem çalıp hem oynuyor.Oldum bittim severim roman halkını.Onların o müziğe, dansa ve eğlenceye olana yatkınlık ve kabiliyetleri beni cezbeder.Eğlenceli insanlardır.Mizaç olarak biraz fazla rahat ve asabi olanlarını saymazsak tabiî ki.
Romanlar, burada yapılan bu eğlencenin ardından ertesi sabaha karşı, toplanıp Tunca nehri kenarında dileklerinin yazılı olduğu kağıtları ve bazı objeleri suya atıp, bu su ile ellerini yüzlerini yıkar, böylece tüm kötülüklerden ve günahlardan arındıklarını düşünürlermiş.Hıdrellez ile romanların Kakava Şenlikleri büyük ölçüde aynı ritüeller ve inanışlar içerisinde kutlanıyor kısacası.
Şenliklerde, roman tarzı giysiler giymiş Japon turistler, roman halkının baş tacı edilmişti.Tur içindeki bizden olanlar romanlarla fotoğraf çektirirken, romanlar da Japon turistler ile fotoğraf çektirme yarışındaydı.
Efendim Edirne’ye gidildiğinde ilk yenilmesi gereken şeyin yaprak ciğer olduğunu beşikteki bebeler bile biliyor artık.İstanbul’da da pek çok Edirne ciğeri yapan mekana gitmiş olmama rağmen, burada aldığım lezzeti almamıştım.O acı ötesi, hafif yağda kızartılmış biber, ezme ve acılı domates sos eşliğinde yediğim ciğerin tadı damağımda kaldı diyebilirim.
O gördüğünüz nefis tatlı da Hayrabolu tatlısı.Tahin ve ceviz eşliğinde midede hızlıca yerini aldı.
Kıssadan hisse, gerçekten çok güzel, dolu dolu bir gün yaşadım.Folklorik Turizm’e, bu güzel seyahat ve mükemmel gezi rotası için sonsuz teşekkürler.Tabii rehberimiz Alican Bey’ e de.
Sevgiyle….
Etiketler: adalet kasrı, bülbül adası, Edirne, edirnede gezilecek yerler, edirnede ne yenilir, edirneye dair herşey, kakava şenlikleri, karaağaç, karaağaç tren garı, kırkpınar, lozan anıtı, nebahat çehre, romanlar, sağlık müzesi, şifahane
Fevkalade ‘ Renkli vede Neşeli bir Sayfa, Tebrikler ; Paylaşımlarınızı ilgiyle okudum ,bilgiler vede deneyimler edindim kendimce , Edirne Kakava Şenliklerini , burada öğrendim ,kaçmış üzgünüm.