Haytalya Tramisu Ballı Gemici Böreği Şeyh-ûl Mahşî Doyuran Pasta

Şeyh-ûl Mahşî

Ana Yemekler / 29 Haziran 2015

Son Yazılar

Yoğurtlu Havuç

Dünya küçük hem de çok küçük.O kocaman sandığımız dünyanın içinde dönüp duruyoruz.Yaşadığımız sürece hayatımıza sayısız insanlar giriyor.Bazen iletişim devam ediyor bazen de ipler kopuyor.Herkes bir şekilde hayatına devam ederken, birbirimizden bir haber oluyoruz.Sonra öyle bir şey oluyor ki, hiç ummadığınız bir anda, ummadığınız kişiler hiç bilmediğiniz yönleriyle bir anda karşınıza çıkıveriyor.İşte o yüzden dünya çok küçük.Yoğurtlu Havuç

Bunu neden anlatıyorum şimdi? Anlatıyorum çünkü dün böyle bir olay yaşadım.Hem çok sevindim hem de biraz içim burkuldu.Hiç ummadığım bir yerde, yıllar öncenin dostları çıktı karşıma.Demek ki neymiş dünya çok ama çok küçükmüş.Değer bilen gerçek dostlar hep olsun hayatımızda.

Efendim tarifimize gelirsek, son derece basit ama bir o kadar da lezzetli bir meze.Yıllardır yaparım ama sitemde paylaşmayı hiç aklıma getirmedim nedense.Çok basit diye düşündüm belki de.Gerçi sitemde paylaştıklarım zor tarifler değil ama bu oldukça basit.Yemeğe düşkün bir eşiniz varsa ve gün içinde arayıp da canının istediği yemekleri akşam için sipariş veriyorsa böyle oluyor işte.

Geçen gün babangam sabah telefon edip, akşama bu sarımsaklı yoğurtlu havucu sipariş etti. 🙂 Yapmam mı tabii ki yaparım deyip telefonu kapadıktan sonra İncim aradı.Onunla konuşurken siparişleri anlatınca niye vermiyorsun tarifi yaz mutlaka deyince yazmak şart oldu.

Hayrabolu Tatlısı

Bu tarifi tam da ayın 13’ün de kaleme almıştım yayınlanmak üzere.Sonra araya bir şeyler girdi gün içi yayına veremeden, Soma faciası oldu.O günden beri, evin içinde tv’ye kilitlendim.Soluksuz ve acıyla izledim olanları.Değil yazı paylaşmak, hiç bir şey yapamadan, tv karşısında oturuyor olmamdan utandım.Ha bir kişi, ha 301 kişi.Herkesin kaybı kendi kıyametidir.Biz evinde, yatağında çok yaşlı olduğundan dolayı  huzur içinde ölen yakınlarımız için dahi aylarca ağlayan insanlar olarak bu acıyı kaldırmak çok zordu.Allah yitip gidenlere rahmet eylesin, geride kalanlara gelince onlara Peygamber sabrı versin.Babasız kalan çocuklar, eşini yitirmiş eşler, evlatlarını toprağa veren ana babalar, Allah sizlere sabır versin güç versin.Bu dayanması çok zor bir durum. 

Umarım ihmal ve sebep olanlar için gerekli olan hukuksal işlem hakkıyla yapılır.Bu ölenleri geri getirmez ancak, belki de geride kalanlar için bir teselli olur.Bundan sonra da o madenlerde, çalışmaya devam edecekler için bu tür olayların olmaması adına bir faydası olur.Bu acı bitmez bu günler unutulmaz ama hayat devam ediyor deyip, kaldığımız yerden devam eden bizlerin dışında, bu acı, o insanların yakınları tarafından kıyametleri olarak hiç unutulmayacak.Belki o madencilerin çocukları arasından ileride bu vatan için değerli şeyler yapacak bilim adamları, devlet adamları çıkacak ve çıkmalı.Çıkmalı ki, herkes yaptığı işi hakkıyla ve insan hayatını önemseyerek yapsın.

Bu arada mobilperde’nin kurucularından Gül Demet Akyüz’ü de kaybetmiş olmanın üzüntüsünü yaşıyorum.Kendisiyle bir kez karşılaşmama rağmen enerjisine hayran olduğum Demet Hanım’a da Allah rahmet eylesin.Yakınlarının başı sağolsun.

İnsan kültürü, medeniyeti ve sahip olduğu, bildiği türlü bilgileri kendisi ile beraber gittiği yerlere de götürerek, bir hayat biçimi, bir yaşam kültürü oluşturmuş.Yemekler, gelenekler  insanlar tarafından yüzyıllardır bu şekilde farklı topraklara taşınmış.Ben de Edirne gezimden sonra evime yeni bir tatlı kazandırdım.Hayrabolu Tatlısı

Hayrabolu tatlısı, anlatmak zor yemek lazım.Bir çeşit Kemalpaşa ancak farklı bir sunum ve inanın farklı bir lezzette.Aslında malzemeler aşağı yukarı aynı, ana malzeme peynir ancak tahinden kaynaklı mı bilmem farklı bir lezzet.

Edirne gezimin, birinci bölümünü ve ikinci bölümünü tık tık yaparak okuyabilirsiniz.Burada gezip gördüklerimi ayrıntılarıyla anlatmıştım.Yediğim yaprak ciğerden sonra servis edilen Hayrabolu Tatlısı, midemde hızla yerini aldığında, paylaştığım fotoğrafın altında, tarif isteyen okurlarım için yaptım ve işte paylaşıyorum.

Hafif soutulmuş, serin serin, üzerine dökülmüş tahinden olsa gerek, insanın içini baymayan, yedikçe bir tane daha denilebilecek bir tatlı.Bursa’nın Kemalpaşa tatlısı varsa, Tekirdağ Hayrabolu’nun da Hayrabolu tatlısı var diye servis etti görevli arkadaş.

Araştırıp, deneyip, başarılı bir tarifi paylaşmak da benim boynuma borç oldu.Ben derim ki yapın, tadın ve mest olun.

Edirne Kakava Şenlikleri

Bir önceki yazımda ( okumak için tıklayın) da belirttiğim gibi, o kadar dolu bir gezi oldu ki tek yazıya sıkıştırmak istemedim.İlk bölümde kısaca Edirne’nin camii ve çarşılarından bahsettim.Bu yazının konusu belki de daha ilgi çekici.Çünkü içerisinde yemek var, eğlence var ve beni bu gezinin en etkileyen kısmı Şifahane yani sağlık müzesi var.

Edirne Şifahane,Sağlık Müzesi

Şifahane, Sağlık Müzesi

II.Bayezıd Külliyesi, II.Bayezıd tarafından Edirne’ye Darüşşifa kazandırmak amacıyla 1484 yılında yaptırılmış.Yapımı dört yıl sürmüş.Edirne’ye 2 km mesafede Tunca Nehri kenarında, camii, tıp medresesi, imaret, darüşşifa, hamam ve mutfak gibi pek çok bölümü olan içi huzur dolu bir yer.

1984 yılında Trakya Üniversitesine devredilerek sağlık müzesi haline getirilmiş.Çok eski zamanlarda Avrupa’da akıl hastalarına türlü işkenceler yapılıp yakıldıkları zamanda, burada böyle bir şifahanenin yapılmış olması ilginç geliyor.Külliyede tıp öğrenimi gören gençler olduğu gibi, hastaların musıki, su ve değişik kokulu çiçeklerle iyileştirilmeye çalışılması daha da ilginç.Ortada yer alan şadırvandan akan suyun sesi, müzik ile birleştiğinde gerçekten insana bir sakinlik ve huzur veriyor.15.yüzyılda, içinde müzik icra edilen bir sahnenin olması, üçü hanende (şarkı söyleyen) yedisi sazende (müzik aleti çalan) on kişilik bir ekiple haftanın üç günü hastaların huzur bulması adına müzik yapılan ve hastahane diye değil ‘’şifahane’’ diye anılması işi en baştan pozitif olarak yakalıyor.Müzik ruhun gıdasıdır sözü de belki buradan geliyor.

Edirne Şifahane,Sağlık Müzesi

Daha bahçesine girdiğinizde, içinizi bir sakinlik sarıp sarmalıyor.Bana öyle oldu doğrusu.Mankenlerle canlandırma yapılmış odalara girdiğinizde, bir parça ürperseniz de, o şadırvandan akan suyun sesi ile birleşen derinden gelen musikiyi oturup dinlemek istiyorsunuz.Her makamın karşılık geldiği bir hastalık olduğunu görmek de ayrı bir güzellik oldu benim için.Örneğin Neva Makamı, gönül okşamak, kötü düşünceleri uzaklaştırmak için, Rehavi Makamı baş ağrısı için kullanılırmış.Müzenin içerisinde zamanında kullanılmış tıbbi cihazlar, musıki aletleri ve benim en çok ilgimi çeken mutfağının içerisinde, o zamanlarda yemek pişirilmiş kazanlar,tencereler bulunuyor.O devirde yapılan tıbbi müdahaleler resmedilmiş.Mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yer.

Lozan Anıtı ve Karaağaç

Meriç’in öte Yanı, Karaağaç ve Lozan Anıtı

Suyun öte yanında tek Türk toprağı olan Karaağaç Edirne’nin 4 km güneybatısında kalan arnavut kaldırımlı, küçücük şirin bir belde.Yolculuğumuz sırasında yakalandığımız yağmur sonrası çıkan gökkuşağının altından geçtikten sonra, sırasıyla önce Tunca Köprüsünden daha sonra da Meriç Köprüsünün üzerinden geçerek ulaştık Karaağaç’a.Edirne halkının mesire yeri olan söğüt ağaçlarının gölgesinde Bülbül Adasını geçip, sola döndüğünüzde devam eden arnavut kaldırımlı yoldan Karaağaç Tren garı ile sonlanan küçücük bir yer.Sağa dönüşün sonu Yunanistan sınırı Pazarkule’ye ulaşıyormuş.Burası bana Dinar’ın depremden önceki halini hatırlattı.Arnavut kaldırımdan ister yürüyerek ister fayton eşliğinde yolun sonunun vardığı tren istasyonu ile.

Lozan Anıtı’nın hemen yanında dimdik duran Karaağaç tren garı günümüzde, Trakya Üniversitesi Rektörlük Binası olarak kullanılmaktaymış.Yeşillikler arasında bir abide.Lozan Antlaşması ile savaş tanzimatı olarak Türkler’e verilen Karaağaç, suyun öbür yanı ile Yunanistan’a bitişik.Meriç Nehri boyunca irili ufaklı cafeler, restaurantlar ile gündüzleri değilse de, akşamları oldukça hareketli bir yere benziyor.Havasında sanki biraz hüzün, biraz da dinginlik var.Kakava Şenlikleri nedeniyle burada davul zurna ile karşılandık, roman arkadaşlar davul ve zurnanın hakkını verirken, kahvelerimizi Meriç Nehri ve tarihi Meriç Köprüsüne karşı yudumladık.

Edirne Adalet Kasrı

Adalet Kasrı

Kakava Şenliklerinin yapılacağı Saray içi mevkine giderken gördüğüm Adalet Kasrı için de bir iki cümle yazmadan geçemeyeceğim.Adalet Kasrı, Edirne Sarayı’na Kanuni Sultan Süleyman zamanında eklenmiş.Rivayete göre Kanuni, kanunlarını burada yazdırırmış.Divan-ı Hümayun olarak kullanılmış bu yapının önünde, iki adet taş duruyor.Bu taşlardan biri, seng-i arz diye anılan halkın hükümdardan taleplerini bir dilekçe yazarak bıraktığı taş olarak anılırken, diğeri seng-i ibret taşı ise kellesi kesilerek idam edilenlerin ibret için kafalarının bırakıldığı taşmış.Bu taşları görünce, Muhteşem Yüzyıl dizisini de izlemişseniz bir an o sahneler gözünüzün önünde canlanıveriyor.

İşin ilginç yanı şenliklerde, dizide Valide Sultan olarak izlediğimiz Nebahat Çehre ile burun buruna gelmem oldu. Etrafıma bir bakındım Kanuni de buralarda olabilir mi diye 🙂

Kırkpınar ve Kırmızı Dipli Mum

Kırkpınar Er Meydanı

Saray içinde yer alan Kırkpınar’ı da selamlayarak geçtik önünden.Nice erlerin her yıl üç gün boyunca güreş tuttuğu bu meydanın bir de hikayesi varmış. 1354 yılında Orhan Gazi, Oğlu Süleyman Paşa’yı  ‘’ Rum Eli’ni alasın ‘’ diye karşı kıyıya yollamış.Karşı kıyıya ilk çıkanlar, akıncıların öncü birlikleri olan ve Kırklar diye anılan er kişilermiş.Mola verdikleri sırada iki kardeş güreşe tutuşmuş ve günler süren güreşte yenişemeyip orada can vermişler.Diğer arkadaşları onları orada ki söğüdün altına gömmüş.Dönüş yolunda arkadaşlarının mezarını ziyaret için oraya gittiklerinde, oradan bir pınar çıktığını görmüşler .Kırklar anısına oraya Kırkpınar adı verilip, ölen kardeşlerin anısına her sene güreşler düzenlenir olmuş.Tarihinde hikaye böyle geçiyor.Meydanda bir de kırmızı dipli mum heykeli var ki, vakti zamanında bu güreşlere davet için kahvehanelerin önüne asılırmış. O mumun asılı olduğu yer halkı, güreşlere bu şekilde davet edilirmiş.

Edirne Kakava Şenlikleri

 Şenliklerde roman halk ile dans eden Nebahat Çehre, son derece hoş bir görüntü sergiledi.Öyle bir karşı karşıya geldik ki, fotoğraf makinemin denklanşörüne basıverdim.Şenliklere gelen bazı bayanların günün anlam ve önemine uygun giyinmesi de son derece güzeldi.Daha Selimiye Arasta’da tanık olmaya başladığımız eğlencenin assolisti sanırım aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz güzel roman kızıydı.Ne yana dönsem, onu gördüm.Çeribaşının karizması da tavan yapıyordu doğrusu. 🙂

Edirne Kakava Şenlikleri

Gelelim gezinin asıl amacı olan Kakava Şenliklerine.Halk arasında Hıdrellez diye anılan ve baharın karşılanması, bolluk, bereket ve iyi şans için kutlanan, Hızır ve İlyas’ın buluştuğu kabul edilen gecedir.Hızır karadakilerin, İlyas ise denizdekilerin yardımcısıdır.Rivayete göre Hızır Aleyhisselam’ın elini sürdüğü her şeye bolluk ve bereket gelir.Dilekler kabul olur.Edirne’de ki Roman halkı bunu öyle bir kutluyor ki, dillere destan.Bir festival havasında gerçekleşen eğlencenin yeri, Saray İçindeki meydan.Burada kocaman bir ateş yakılıyor ve neredeyse tüm Edirne burada toplanıyor.Konserler veriliyor, etli pilavlar pişirilip dağıtılıyor.Romanlar tarafından seçilen Çeribaşı meydanda gezinip, gelenlerle fotoğraf çektiriyor.Roman kızlar delikanlılar hem çalıp hem oynuyor.Oldum bittim severim roman halkını.Onların o müziğe, dansa ve eğlenceye olana yatkınlık ve kabiliyetleri beni cezbeder.Eğlenceli insanlardır.Mizaç olarak biraz fazla rahat ve asabi olanlarını saymazsak tabiî ki.

Edirne Kakava Şenlikleri

Romanlar, burada yapılan bu eğlencenin ardından ertesi sabaha karşı, toplanıp Tunca nehri kenarında dileklerinin yazılı olduğu kağıtları ve bazı objeleri suya atıp, bu su ile ellerini yüzlerini yıkar, böylece tüm kötülüklerden ve günahlardan arındıklarını düşünürlermiş.Hıdrellez ile romanların Kakava Şenlikleri büyük ölçüde aynı ritüeller ve inanışlar içerisinde kutlanıyor kısacası.

Şenliklerde, roman tarzı giysiler giymiş Japon turistler, roman halkının baş tacı edilmişti.Tur içindeki bizden olanlar romanlarla fotoğraf çektirirken, romanlar da Japon turistler ile fotoğraf çektirme yarışındaydı.

 

Edirne Yaprak Ciğer

Efendim Edirne’ye gidildiğinde ilk yenilmesi gereken şeyin yaprak ciğer olduğunu beşikteki bebeler bile biliyor artık.İstanbul’da da pek çok Edirne ciğeri yapan mekana gitmiş olmama rağmen, burada aldığım lezzeti almamıştım.O acı ötesi, hafif yağda kızartılmış biber, ezme ve acılı domates sos eşliğinde yediğim ciğerin tadı damağımda kaldı diyebilirim.

O gördüğünüz nefis tatlı da Hayrabolu tatlısı.Tahin ve ceviz eşliğinde midede hızlıca yerini aldı.

Kıssadan hisse, gerçekten çok güzel, dolu dolu bir gün yaşadım.Folklorik Turizm’e, bu güzel seyahat ve mükemmel gezi rotası için sonsuz teşekkürler.Tabii rehberimiz Alican Bey’ e de.

Sevgiyle….

Edirne Gezisi (Camileri, Çarşıları)

Gezmeyi çok seviyorum diyeceğim de siz de kim sevmez diyeceksiniz.Sevmeyenler de var mutlaka ya da üşenenler diyelim.Oysa yaşadığımız şu dünyada öyle güzellikler var ki gidilip görülmeyi, keşfedilmeyi bekleyen, insanın ömrü yetmez.

Katıldığım her gezi çok da mutlu etmiyor beni aslında.Bazılarında hayal kırıklığı yaşıyorum.Hayal ettiğim şeyler, gerçekle örtüşmüyor.Fakat bu kez hayal ettiğimin fazlası ile karşılaştım.Tabii ki bunda seçtiğiniz tur ve organizasyon da etkili oluyor.Folklorik Turizm ile pek çok yere seyahat ettim, çok şükür hep de memnun kaldım.Söz verdiklerini hakkıyla yerine getiriyorlar.Çalıştıkları rehberler de son derece bilgili ve cana yakın oluyor.Yol boyunca gezilen ve gezilecek olan yerlerin tarihlerini ve hikayelerini yorulmadan anlatıyorlar.Öncelikle tekrar Folklorik Turizme ve rehberimiz Alican Beye sonsuz teşekkürler.

Kıyık Tabya Edirne

Edirne’ye yıllar önce bir Ramazan ayında, oruçlu oruçlu gitmiştik.Amaç Selimiye Camii’ni görmekti.Oruçlu olduğumdan mı, yoksa henüz gönül gözüm açılmadığından mı bilmem hayal meyal hatırlıyorum.Bu kez Edirne’nin altını üstüne getirdim diyebilirim.Gittiğim şehir gezilerine, turla gitmeyi seviyorum.Bilen birileri tarafından götürülünce tam bir nokta atışı yapılıyor.Herşey düşünülmüş ve iyi organize edilmişse ki öyleydi, gezi bana göre tam da amacına ulaşıyor.

Edirne’ye her zaman gidilebilir, tarihi eserleri ve dillere destan ciğer ve köftesiyle mükemmel bir yemek yenilebilir. Ancak Hıdrellez kapıyı çalınca, Kakava şenliklerini de görmek adına bu tarihi seçtim.Çok da iyi yaptım.İnsanların rengarenk dünyalarına girdim, onların ruhuna, hayatına dokundum, bir kez de sizlere yaşayıp gördüklerimi yazarak filmi baştan izleme keyfini yaşadığım için daha da mutluyum.Buyrun birlikte tekrar gezelim.

Turların çoğunda olduğu gibi, sabah erken saatlerde Kadıköy Evlendirme Dairesinin önünde buluştuk.Tur rehberimiz genç ve sakin yapısıyla Alican Bey’in önderliğinde, tanışma kaynaşma faslı ile gün başladı.Tura katılanlar gruplar halinde ve bayan ağırlıklıydı.Sanırım bayanların çok daha fazla dilek dileme, adak adama hevesi var.Bana çok geziyorsun diyen arkadaşlar, turda bu geziye ikinci hatta üçüncü kere katılan bayanlar vardı.Kendime kızdım ben niye şimdiye kadar burayı ihmal ettim diye.Bilirsiniz bayanlar her ortama bir tat bir renk katarlar. 🙂 Güne rengarenk başladık bizde.Selimpaşa’da verilen ilk mola ile çaylar, kahveler, kahvaltı faslı derken, yolun bir an önce bitmesini ve Edirne’ye ulaşmayı isteyip bir yandan da tur içindeki konuşmalara kulak kabartarak devam etti yolculuğum.

İyi güzel insanlarız da biraz kaprisli bir milletiz sanki.Şuncacık yolda neden araç içinde çay kahve servisi yok diye söylenen teyzeler vardı.Oysa mola yerinde içtiğimiz kahveler henüz midemize daha inmemişken.Ben yol boyunca tüm dikkatimi rehberimizin verdiği bilgilere yöneltmişken, arada yağan yağmur eşliğinde camdan akıp giden manzara ile mest bir şekilde devam ettim keyfime.

Kıyık Tabya Edirne

Edirne sizin de bildiğiniz gibi, 92 yıl boyunca Osmanlıya başkentlik yapan bir serhad şehridir.Batıya açılan kapı olan Edirne, bu özelliği dolayısıyla sayısız işgal görmüş ancak Osmanlının sayısız tarihi eserlerini de bağrında saklamış ve korumuş bir şehir olarak dimdik ayakta durmaktadır.

Edirne’de ilk durağımız Kıyık Tabya idi.Tepeden Edirne’yi görerek hafif bir yokuş tımandık tabyaya ulaşmak için.Muhteşem bir manzaraydı.

Kıyık Tabya

Düşman, hatları geçtikten sonra ölürsem, kendimi şehit kabul etmiyorum.

Beni mezara koymayın!.. Etimi, itler ve kuşlar, çeke çeke yesinler…

Fakat müdafaa hattımız, bozulmadan şehit olursam;

Kefenim, lifim ve sabunum çantamdadır. Beni bu mahale gömeceksiniz….

Ve gelen nesiller, üzerime bir abide dikeceklerdir !…”

Diyen Şükrü Paşa’nın  anıtı, Edirne’nin 104 mt yüksekliğinde ki en yüksek yerinde yer alıp, Selimiye’ye belki de bakabileceğiniz en güzel görüş açısına sahip bir tepede inşa edilmiş.Balkan Harbi sırasında kendisinden 40 gün süreyle dayanması istenmesine rağmen 5 ay 5 gün kahramanca Edirne’yi müdafaa etmiş olan, Şükrü Paşa bu süre sonunda düşmanın Selimiye ve diğer eserlere zarar vermesine mani olmak amacıyla teslim olmuş.

Kıyık Tabya Edirne

Tabyaların içine girdiğinizde bu vatanın ne zorluklar ve ne canlar pahasına kazanıldığını, ayak ucunuzdan saç telinize kadar tüm vücudunuz ürpererek görüyorsunuz.

Tabyaların içindeki konu mankenleri, canlandırmalar ve sürekli yayın yapan ses düzeni ile bir kez daha gurur ve minnetle göğsünüz kabarıyor.Bu şehitlere, bu kahraman insanlara çektikleri tüm eziyet ve canları pahasına bu vatan topraklarını korudukları için dua edip saygıyla eğiliyorsunuz.

Bu tepe aynı zamanda buçuk tepe diye de anılıyormuş.Buçuk Tepe bir isyanla ünlenmiş ve adını bu olaydan almış.Küçük yaşta padişah olan Fatih Sultan Mehmet döneminde, o zamanki deyimle “Tagşiş”; günümüzde ise devaülasyon denilen paranın değerini düşürme olayı ilk kez yaşanmış ve bundan kaynaklanan hayat pahalılığı Yeniçerilerin ayaklanmasına yol açmıştır. Ancak Yeniçerilerin maaşlarına Sultan II.Murat tarafından “buçuk akçe” zam yapılıp ikna edilince isyan bastırılmış.

Bu güzelliği gördükten sonra biraz zorlanarak çıktığımız tepeden kolayca inip, tekrar aracımıza bindik.Vakit öğlen olmuş ve karınlar acıkmıştı.Yemek kısmını bir sonra ki postumda yayınlayacağımdan, gezi notlarını aktarmaya devam ediyorum.

Yemeğimizi yedikten sonra, Eski Camii’yi ziyarete gittik.

Eski Camii Edirne

Eski Camii ya da diğer adıyla Ulu Camii

 Selimiye ile karşılıklı bakışan güzel ve heybetli bir camii.Tam merkezde ihtişamla duruyor.Camiye girişte, duvarlarının birinde kocaman Allah, diğerinde Muhammed yazıyor.Caminin iç duvarları, hat sanatıyla bezenmiş.Devasa yazılar insanı gerçekten büyülüyor.Çevrede Yazılı Camii diye de anılıyormuş.II. Murat zamanında Hacı Bayram-ı Veli bu camide vaaz verdiğinden, bugünkü imamlar saygı gereği onun kullandığı kürsüyü kullanmıyorlarmış.Ayrıca camii de Kabe’den getirilmiş, Hacer-ül Esved taşı da yer alıyor.

Eski Camii Edirne

Üç Şerefeli Camii

 Eski Camiyi solunuza, Selimiye’yi sağınıza alıp yol boyunca devam ettiğinizde dar ve kıvrımlı yol sonunda Üç Şerefeli Camii’ye ulaşıyorsunuz.Değişik mimarisi ile uzunlamasına bir yapı.İçeri girdiğinizde bir anda kocaman kubbenin altında buluyorsunuz kendinizi.Birbirinden farklı dört minaresinin biri üç, biri iki diğer ikisi tek şerefeli olarak inşa edilmiş.En uzun ve üç şerefeli olan camiye adını vermiş.Bu caminin bana göre en ilginç tarafı, Mihrabın iki yanında yer alan ve döndüğü süresince yapının dengede olduğunu ispatlayan silindir şeklinde ki taşlardı.İlginç ve çok akılcı geldi.Terazi olarak düşünülmüş bu silindir taşlar çevirdiğinizde gerçekten de dönüyordu.

Üç Şerefeli Camii Edirne

Bu camiinin bir ayrı ilgi çekici özelliği de,II. Murad’ın rüyasında üç büyük meleği görerek bu camiye o meleklerin oturduğunu gördüğü yerlere yaptırdığı 3 büyük taş sütun oldu. 

Aşağıda ki fotoğrafta, sözünü ettiğim,terazi olarak düşünülmüş dönen silindir şeklindeki taşları ve üç büyük meleğin oturduğu söylenen yerlere yapılmış taş sütunları görebilirsiniz.

Üç Şerefeli Camii Edirne

Selimiye Camii

Edirne’nin simgesi haline gelen ve Mimar Sinan’ın 80 yaşındayken, ustalık eserim diyerek tüm bilgi ve tecrübe  birikimi ile inşa ettiği Selimiye Camine gelirsek buranın güzelliğini anlatmak çok zor, gidin ve görmediyseniz gözleriniz ile görün derim.Rivayet odur ki, II. Selim rüyasında bu camiyi yaptırmasını  söyleyen Hz.Muhammed’in arzusu ile bu caminin buraya yapılmasını istemiş.Diğer bir söyleve göre de bu ihtişamlı camiyi İstanbul’a yapacak kadar yüksek bir tepe kalmadığından Edirne’de yapılması uygun görülmüş.Selimiye Camii Edirne

Caminin içinde, müezzin mahfilinin ayaklarından birinde yer alan ters lale figürünün hikayesi de, bu alanda bulunan lale bahçesinin sahibi olan kadının bu alanı önce vermek istememesi, sonradan yapılacak camide lale figürü yer alması şartıyla razı oluşuna dayanır.Mimar Sinan’da ters lale figürü ile bu alanda eskiden bir lale bahçesi olduğunu ve sahibi olan kadının tersliğini simgelemesi açısından laleyi baş aşağı koyarak hikayelemiş olayı.

Unesco Dünya Mirası komitesi tarafından, dünya mirası listesinde yer alan Selimiye Camiinin içerisi eşsiz İznik Çinileriyle bezenmiş.Ancak giderseniz göreceksiniz duvarlarındaki bazı çiniler, Osmanlı Rus savaşında sökülerek Moskova’ya götürüldüğünden duvarda boş yerleri kalmış.

Görmeyenler mutlaka gidip görsünler derim, mimarisi ile ilgili çok daha ayrıntılı bilgiye internetten ulaşabilirsiniz.Edirne’nin her köşesinden görülen bu eşsiz yapıt için Sinan’ın ruhu şad olsun.

Selimiye Camii Edirne

Turdaki arkadaşlardan bir tanesi Selimiye Camiisini gezerken bu caminin bakımı nasıl yapılıyor diye sordu.Bir sonraki durağımız da böylece ortaya çıkmış oldu.Selimiye Arasta, Ali Fuat Paşa Çarşısı ve Bedesten.Rotamızda bunlar da vardı. Arasta, çarşılarda aynı işi yapan esnafın bulunduğu kısımmış.Örneğin, yemeniciler arastası, bakırcılar arastası gibi.Selimiye Arasta, Sultan III. Murat tarafından Selimiye Camisine gelir kaynağı olması için yaptırılmış.Tarihine girip sizleri sıkmak istemiyorum.İçerisi birbirinden ilginç dükkan ve tezgahlarla dolu.Ali Fuat Paşa Çarşısı da kapalı çarşının mini versiyonu diyebiliriz.Edirne’nin ünlü rengarenk meyve şeklinde sabunları, aynalı süpürgeleri, bez bebekleri, giysi, ayakkabı çanta, müzik aleti kısacası ihtiyacınız olan her şey var içinde.

Selimiye Arasta ve Ali Fuat Paşa Çarşısı

Sembolik bir aynalı süpürge ben de aldım.Zamanında kayınvalideler, süslenirken iş yapmayı ihmal etmesin diye gelinlere alırlarmış, şimdi hala espri olarak bile olsa çeyizlerde yer alan bir obje olarak önemini koruyormuş.Bu arada en ilgimi çekenlerden birisi de instagram hesabımda da paylaştığım altın bilezik taklitleri.O kadar gerçeğine yakın duruyor ki, durumu çok iyi olup da gerçeğini alamayanlar, varlıklı görünmek adına alıp takıyorlarmış. 🙂

Selimiye Arasta ve Ali Fuat Paşa Çarşısı

Efendim bu geziye dair yazacak çok şeyim var ancak hem sizi sıkmak istemiyorum hem de hakkını vererek anlatmak istiyorum.Bu nedenle yazının devamı bir sonra ki postta yer alacak.O yazıda neler mi olacak, Şifahane, Lozan Anıtı, Karaağaç, Adalet Kulesi, Kakava Şenlikleri ve tabiî ki Edirne’ de neyi nerede yemeli.Takipte kalın.

Sevgiyle…