Haytalya Tramisu Ballı Gemici Böreği Şeyh-ûl Mahşî Doyuran Pasta

Şeyh-ûl Mahşî

Ana Yemekler / 29 Haziran 2015

Son Yazılar

Güler Datça’da,Güler Ovabükünde,Güler Heryerde

Yazıma nereden nasıl başlayacağımı bilmiyorum.Yazacak,anlatacak o kadar çok şey var ki.Aslında neredeyse tweteer ve instagram üzerinden canlı yayın halinde bir tatil yapıyorum.Datça OvabüküBazı arkadaşlar bunu garipsiyor olabilir ama ben bu tür paylaşımların çok yol gösterici olduğunu düşünüyorum.Çünkü bende,bir yere gideceksem mutlaka gideceğim yer ile ilgili yazıları ve yorumları okuyor ve faydalanıyorum.O nedenle inşallah bu taraflara gelecek arkadaşlara benim yazımda faydalı olur.

Öncelikle şunu söyleyebilirim ki buranın muhteşem bir doğası ve manzarası var.İnsanları zaten o kadar samimi ve sıcak ki,konuşmaya başladığınızda,sohbet uzuyor da uzuyor.Datça Ovabükü Bu sene de geçen sene gibi durmalı kalkmalı bir tatil yapıyoruz.Fakat bu sene rotayı çizen ve yerleri seçen Babanga oldu.Onu da buradan ayrıca birkez daha kutluyorum.Her seferinde yola çıkarken bir heyecan ve sevinçle yola düşüyorum.Gittiğim yerde çok da fazla kalmak istemiyorum.Hemen yollara düşüp yeni yerler görmek istiyorum.Fakat bu sefer burada çok da acele etmiyorum nedense.Sanırım Datça’yı ve Ovabükü’nü çok sevdim.Konaklamak için seçtiğimiz yerde gerçekten güzel ve çok rahat.Datça OvabüküGülbahar Pansiyon konaklama yerimiz.Bu yazımda öncelikle buradan uzun uzun bahsetmek istiyorum.Çünkü burasıyla ilgili bana göre yazacak o kadar çok şey var ki.Hem pansiyon hem kamping alanı.Ama siz isterseniz  trivago web sitesinden Datça’da ki farklı konaklama yerleri hakkında bilgi alabilir ve otel karşılaştırma yapabilirsiniz. Ha bu arada babangayla şöyle planlar yapmaya başladık.Seneye bir karavan kiralayıp,öyle gezelim diyoruz.Düşünsenize hani o ütülü gömlek ve pantolonlu babanga ve karavan.Adamı ne hale getirdim bravo bana.Ama bu arada o gömlek ve pantolonlar her tatilde giyilmese de alınıp arabaya asılıyor.Dönüşte de asılı olduğu yerden alınıp dolaba.Yani yanına alıyor ama giymiyor.:)Datça Ovabükü Neyse konu babanga olunca da yazacak çok şeyim var.Gülbahar Pansiyon, Datça’dan Knidos yoluna dönünce Mesudiye köyünde Ovabükü Mahallesinde.Yani köy,muhtarlık.Yollar çok iç açıcı değil aslında.Köy yolu diyeceğim ama benim Yapağlı köyümün yolları düzgün.Umarım buranın yolları da en kısa sürede daha düzgün hale getirilir.Datça Ovabükü Yolun sonuna doğru ilk fotoğraflarda gördüğünüz geniş bir girişi var.Daha sonra , o yoldan yürüyerek arka tarafta ki bungalovların ve resmen her tür sebze ve meyve ağaçlarının bulunduğu yere geçiyorsunuz.Kalanlar biliyordur fakat bizim bungalov ile ilk tanışmamız.Aslında ilk başta biraz tereddüt yaşamadık değil böyle bir tahta evde kalabilir miyiz diye.Çünkü yine babanga faktörü vardı.Ama o da gözünü kararttı ve kabul etti.Burada 5 bungalov ve bir de taş ev var.Taş evin de üç odası var.Yani sekiz aile kalabiliyor.Çadır içinde oldukça geniş bir alanları var.Datça Ovabükü Burası, kaldığımız sürece bize evlik yapan bungalov. Arabanızı evinizin önüne park edebiliyorsunuz.İçerisi oldukça geniş ve tertemiz.Bir bütün düşünün ikiye bölünmüş.Bölen ortadaki tuvalet banyo.Sol tarafta çift kişilik yatağınız,masa ve iki koltuğunuz var.Duvara asılı bir de TV niz. Sağ tarafta dolabınız ve tek kişilik bir yatak daha var.Camlarda asılı perdelerin ince ve zarif görüntüsünü geçende instagramda paylaşmıştım.Bu arada beni instagram ve tweteer da kendimce yemek olarak bulabilir ve izleyebilirsiniz.Datça OvabüküDediğim gibi burası tam bir aile işletmesi.Münir Amca eşi,oğlu,kızı,torunu hepsi bir işin ucundan tutup burayı yürütüp giden güzel insanlar.Bu taş evi de Münir Amca aslında oğluna yapmış.Alt katta oğlu kalıyormuş,üst katta da misafirleri için içinde banyosu vs bulunan üç oda.Aslında gelirken bu evde kalmayı istemiştik fakat yer olmadığından bungalovu seçtik.İyi de olmuş ve iyi ki de yer yokmuş taş evde.Çünkü bungalovu gerçekten çok sevdik.Datça Ovabükü Burada kaldığımız ilk gece yolun ve denizin verdiği yorgunlukla ölü gibi uyumuşuz.Biraz da sinirle.Sinirin sebebi Fenerbahçe’ye çıkan ceza kararıydı.:) Sabah saat 07:30 -08:00 gibi küçük tıkırtılara uyandık.Hani bungalovda ilk gecemiz ya ne oluyor dışarıda diye perdeyi araladık ki ,badem ağacında bir adam sopayla bademleri döküyor.İşte Münir Amca ile tanışma anımız.Ben hemen bir araştırmacı gazeteci kimliği ile fotoğraf makinemi alıp fırladım bahçeye.Münir Amca badem topluyor.Bir yandan da bana al bir taş eline ,kır ye tatlı badem diye ısrar ediyor.Datça OvabüküBu arada sabah duyduğum horoz sesinin sahibini sorunca,soluğu kümesin önünde aldık.Horozun adı Bilal.Vallahi Münir amca öyle seslenip elleriyle besledi horozları ve tavukları.Datça OvabüküBu arada herkes uyurken biz Münir Amcayla bahçeyi gezdik.Diyorum ya Egeyi çok ama insanını daha çok seviyorum.Bahçede ne yok ki her şey var.Hani bizim İstanbul’da bir dünya para verip aldığımız börülce fasulyeler burada dalında çıtır çıtır.İnsan koparmaya kıyamaz.Datça OvabüküBiberleri anlamanız için yemeniz lazım.Hani ağızda dağılan kurabiye.Yedikçe yiyesiniz geliyor.Hatta sabah kahvaltıda biber almayan babangaya bir tane verdim de ,baktım tabağımda ki biberler birer birer eksiliyor.Datça OvabüküKabağın tazeliği zaten görünüyor değil mi?Buranın insanı için çok normal olan şeyler bizim gibi taş yığınları arasında yaşayanlar için bir hazine.Markette taze diye üzerine atladığımız kabaklar bunların yanında çıkma kabak sayılır.Datça Ovabükü Gelelim bahçenin en nazlılarına. Kabak çiçekleri açtığı anda sabah erkenden toplamanız gerekiyormuş,aksi takdirde kendini kapatıp bitiyormuş.Tıpkı benim gibi küstürmeye gelmiyor yani.Hem kaprisli hem çok az bulunan cinsten.:)Datça OvabüküBiberler gördüğünüz gibi dalında kızarıyor.Gitmeden bir gece kalkıp hepsini toplayıp koy valize diyor şeytan.Datça Ovabükü Ya bu güzelin endamına ne demeli. İnsanın çiğ çiğ yiyesi geliyor.Datça Ovabükü Bu üzümleri son anda gördüm.Bunlar Münir Amcanın evinin çardağında sarkıyordu ve Münir Amca yine kopar kendi elinle kahvaltıda ye diye ısrar etti.Datça Ovabükü Muzların içine girerken uyardılar beni arı var dikkat et diye.Sabah bütün bu bahçe sulandığından, toprağı ıslaktı ve ben hiç çamura bulanmadan bu fotoğrafları çektiğim için şaşırdılar. O da benim dikkatim ve temizliğim işin sırrı var .Datça OvabüküBenim greyfurt sandıklarım limon çıktı.O kadar büyük ve yeşildiler ki.Datça Ovabükü İlk akşamı Datça’nın içini keşfe ayırdık.Foça’dan sonra Datça’da da yaşayabilirim diye düşündüm.Son derece sessiz ve sakin.Buraya gelip de Zekeriya Sofrası’nda yemek yemeden dönsem gözüm açık giderdi.Bizim Kanaat Lokantası tarzında.Çok lezzetli ve makul fiyatlarda ev yemekleri var.İnsan hepsinden ama hepsinden yemek istiyor ama mide limiti kısıtlı malum.Datça OvabüküDolmalar kalem olmuş yazıyor.Güler beni ye diyeDatça OvabüküBabangamın vazgeçilmez yemeği patlıcan musakka doya doya pilavla hüpletti gittiDatça OvabüküVe nazlı kabak çiçeği dolması ben de bunu doyasıya yedim.Ekşisi ,tuzu mükemmeldiDatça OvabüküBuraya gelip de Eski Datça’da Can Yücel sokağını görmeden gitmek ustaya saygısızlık olur deyip geldik.Kendisini rahmet ve sevgiyle andık.Şiirlerinin hastası olmakla beraber sokağa hayran kaldık.Kendi sağlığında çakmış adını taşıyan plakayı oturduğu evin sokağına.Bir de en sevdiği şiiri konduruvermiş yanına.Aslında tam da hayatınızı paylaştığınız insanlar için bir dörtlük.Bütün hayatınız boyunca anlatamayacağınızı dört satıra sığdırmış usta der ki;

en uzak mesafe ne afrika’dır
ne çin
ne hindistan
ne seyyareler
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan
en uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir
birbirini anlamayan

Datça OvabüküBen de derim ki,Allah yol arkadaşınızı da gönül arkadaşınızı da muhabbeti bol ve güzel eylesin.

Datça’dan şimdilik selam ve sevgiyle.

Güler’in yol maceraları devam edecek.İzlemeye devam edin.

 

Güler Selimiye’de

Selimiye ile ilgili ikinci yazımı,kaldığım yeri anlatmaya ve aklımda kalanları yazmaya ayırdım.Bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi,kafanız çok doluysa,iyice boşaltıp,sessiz sakin bir tatil yapma hevesiniz varsa burası tam da size göre bence.SelimiyeSelimiye doğa olarak muhteşem.Deniz suyu ne çok sıcak ne de buz gibi soğuk.Deniz zemini taşlık,kum pek yok,o nedenle buraya gelmeyi planlayanlar bence gelirken bir deniz ayakkabısı almalı.Bu taşların üzerinde yürümenizi kolaylaştıracaktır.Deniz son derece durağan ve sakin.İçi balık dolu,yüzerken hepsi size arkadaşlık etmek için yarışıyor.Tekne gezisinde tutulan birden fazla palamuta şahit oldum zaten,ancak sizinle birlikte yüzenler minik balıklar,korkanlar rahat olsun.Selimiye Selimiye’de konaklamak için sayısız pansiyon mevcut.Hemen hepsi deniz kenarında.Öyle çok lüks otel,motel pek yok.Genel olarak hep pansiyon.Oda kahvaltı şeklinde çalışıyorlar.Fiyatlar 60 ile 100 TL aralığında.Eğlence arayanlar burada aradıklarını ancak Marmaris’e giderlerse bulabilirler.Selimiye tam bir balıkçı köyü ve sakinlik ve huzur tavan yapmış durumda.Buranın yerli halkının uzun yaşıyor olmasının sırrı da belki bu sakinlikte gizli.Bizim seçtiğimiz pansiyon da oda kahvaltı çalışan bir aile işletmesi.On odalı sakin sessiz denize sıfır bir yer.Odaların önünde minik verandalar,veranda da küçük tahta masalar ve sandalyeler var.Selimiye Burada benim en çok hoşuma gidenlerden biri sanırım şezlongların denizin içinde olmasıydı.Güneşlenirken,denizin içinde su şezlongun altına vururken siz kitap okuyup,keyif yapabiliyorsunuz.Hatta ayağınız suyun içinde güneşlenirken,benim yaptığım gibi sıcaktan bunalmadan şezlongda uyuyabiliyorsunuz bile.SelimiyeÖğle yemeklerinde pansiyonda belli yemekler çıkıyor,onlardan sipariş edip yiyebileceğiniz gibi,hamburger tarzı şeyler de sipariş edebilirsiniz.Akşam yemeğini pansiyonda yiyecekseniz saat beş gibi menülerinden seçip yiyeceğiz yemekleri bildiriyorsunuz.Ona göre hazırlıklarını yapıp,size özel hazırlıyorlar.Bu güzeller,kabak çiçeği dolması olmak için toplanmış ve amacına ulaşmış bir demet.Selimiye Büşra Pansiyonu en güzel anlatacak fotoğraf sanırım bu.Tekneden çektiğim bu fotoğraf bence herşeyi anlatıyor.Şezlonglar denizin içinde,denize sıfır bir çardak ve üst katında akşam yemek için hazırlanan bölüm.Kaldığım oda ile deniz arasındaki mesafenin en kısa olduğu yer şimdiye kadar bu kadar az olmamıştı hiç.SelimiyeAkşam yemek için hazırlanan masaların düzeni,kullanılan renkler çok iç açıcı olmakla beraber bir seyir terasında yemek yiyiyor olmak da ayrı bir keyif.Tek sıkıntı servisin biraz bekletiyor olması ya da benim tez canlı olmam.Sahipleri dediğim gibi bir aile ve hepsi son derece güleryüzlü ve ilgililer.Selimiye Selimiye’nin içine gelirsek gündüz şezlongların olduğu iskeleler akşam saatlerinde masalarla donatılıp müşterilerini beklemeye başlıyorlar.Tam merkezinde dahi hiç müzik sesi duymadığımı ve hareketin çok fazla olmadığını söyleyebilirim.Her tür yemek bulmanız mümkün.Deniz ürünlerinden et çeşitlerine ve mantıya kadar.Fiyatlar bize çok da makul gelmedi.Normalde her gittiğimiz yerde dışarılarda yemek yiyen insanlar olarak nedense Selimiye bize oldukça pahalı geldi.Bir fiyat istikrarı yok gibi.Herkes aynı ürünü çok değişik fiyatlara satıyor diye biraz şaşırdık açıkçası.Selimiye Mesela normalde 3-5 liraya alabileceğiniz bir magnet burada 15 TL fiyatla satılıyor.Bunu kafanızda fiyatlar hakkında bir fikir oluşsun diye yazıyorum.Her tatil yöresinde olduğu gibi akşam deniz sonrası merkezin bu sokakları şıkır şıkır insanlarla doluyor.Biraz pahalı derken çoğu masalarda hep dolu aslında.Önceden yemek yiyeceğiniz yeri seçip rezervasyon yaptırmanızda fayda var.SelimiyeEfendim şimdi işin özeti,Selimiye’de sessizlik ve huzur hakim.Ben kafamı dinleyeceğim hiç ses istemem diyorsanız tam size göre.Çünkü gerçekten hiç ses yok.Buna müzik de dahil.Hiç bir işletme pansiyon da dahil müzik yayını yapmıyor.Gelenler sessizlik istediklerinden bu kararı almışlar.Ama çok beğenmeme rağmen ben biraz gürültü ve ses duymayı da özledim doğrusu.Hala bir muhtarlık yani köy statüsünde olduğundan bunu şimdilik uygulayabiliyorlar.Boş olan yerler hep satılmış.Kısa süre sonra belediye olacakmış.O takdirde imar vs çıktığı takdirde bu bakirlik ve sessizlik çok aranır olur.

Sevgiyle….

Güler Selimiye Koylarını Geziyor

Selimiye maceram için nereden başlasam diye düşündüm ve Selimiye’yi iki ayrı yazı olarak paylaşmaya karar verdim.Yazılacak çok uzun uzun şeyler olduğundan değil sizleri fazla sıkmamak adına.Gelenler mutlaka benimle aynı fikirdedir,Selimiye son derece sessiz,sakin kafa dinleyip,kitap okuyabileceğiniz hatta belki de kitap yazabileceğiniz sessizlikte bir köy.Amerikan Adası Köy diyorum ,çünkü gerçekten bir köy.Bu yazımda size tekne turu ile çıkıp gördüğüm ve bol bol yüzdüğüm koylarından biraz bahsedeceğim.Bir sonra ki yazım kaldığım pansiyon ve çevre ile ilgili olacak.

Selimiye gerçekten sahil kenarında,denizi neredeyse yol ile aynı seviyede 🙂 bir köy.Son derece sakin.Geldiğimden beri,kendim açmadığım sürece tek bir müzik melodisi duymadığım bir köy.Gündüz duyduğunuz sesler mümkün olduğunca susturulmaya çalışılan çocuk sesleri,akşamları da Ağustos böceklerinin sesleri.Ben bu sessizliği arıyorum diyorsanız koşarak buraya gelebilirsiniz.Dediğim gibi kaldığım yeri daha sonra ki yazımda paylaşacağım.Her gittiğimiz tatil beldesinde mutlaka bir tekne turuna çıkıp,civarda ki koyları gezmeyi sevdiğimizden,bu sefer de geleneği bozmadık.Arap Mezarı Koyu Selimiye merkezde, demirli teknelerden bilgi alıp,rezervasyon yaptırabileceğiniz gibi,kaldığınız pansiyona söylediğinizde de onlar bağlantılı oldukları tekne sahipleri ile sizi görüştürebiliyor.Güzergahları hep aynı,tek fark teknenin büyüklüğü ve belki biraz servis farklılığı olabiliyor.Biz Zehra-1 teknesi ile turumuzu gerçekleştirdik.Fazlaca büyük olmayan  aile işletmesi bir tekne.Tekne turları genelde 40 ile 50 tl arası bir fiyat aralığında.Öğlen yemeği bu ücrete dahil.Arzuya göre köfte,balık ya da tavuk tercihinizi önceden bildiriyorsunuz,yanında salata ve makarna ile gerçekten bol kepçe bir öğle yemeği yiyiyorsunuz.Daha önce Bodrum’da katıldığımız tekne turlarında tabakları elleri titreyerek doldurdukları gibi değil burada.Bunun yanında meyve ,çay ve çayın yanına kek servisi de bu fiyata dahil.Hoş böyle bir iklimde,açık denizde size ne verseler yiyebilirsiniz.ister istemez insanda bir iştah açılması oluyor.

Yine yazmaya daldım yazıyor da yazıyorum.Teknenin ilk uğradığı koy Amerikan Adası diye bahsedilen,ilk resimde gördüğünüz yer.87-88 yıllarında Amerikalı bir iş adamı özel yaptırmış.O gördüğünüz taşlar Bodrum’dan özel olarak getirtilmiş,denizden el ile taşınmış.Yaptıran kişi 3-5 sene yaşayıp satmış.Şu anda boşmuş ve bahçıvanın bakımı ve gözetimi altındaymış.Ev Perili Ev diye anılıyormuş.Nedenini bilmiyorlar.Eve karadan ulaşım yok ancak deniz yoluyla ulaşabiliyorsunuz.Tavşan Adasıİkinci resimde gördüğünüz yer,Arap Mezarı Koyu ya da diğer adıyla Kovanlı Koyu.Gördüğünüz taşların oyuklarında çok eskiden bal üreticiliği yapılıyormuş.Kovanlarla dolu oluyormuş kaya kovukları,artık yok denilecek kadar azalmış.Arap Mezarı denilmesinin nedeni de kaptanın söylediği kadarıyla bir arap mezarı olduğu söyleniyormuş.Mezara benzer bir yapı varmış.Fakat emin olmamakla birlikta eskilerden öyle aktarılmış Dişlice Adası  Tavşan adasına gelince,tekne buraya neredeyse karaya oturmak pahasına yanaşıp,tavşanları fotoğraflama imkanı sunuyor size.Bu adada yaşam yokmuş.Çok önceleri buraya bırakılan tavşanlar zaman içinde üreyip,evcilleşmiş ve tüm adayı sarmış.Gerçekten birkaç dakikalığına durduğumuz adada , onlarca tavşan gördük.Herbiri irili ufaklı ve farklı renklerde.Önce ürktükleri için saklanırken,kısa sürede kendilerini bize cömertçe gösterdiler.

Dişlice Adası Burası belki de en ilginç olan yerdi.Aşk Adası ya da diğer adıyla Dişlice Adası.Taşların oluşumu,o kadar ilginç ki,gerçekten köklü bir dişi anımsatıyor baktığınızda.Taşların arasında sayısız aralıklar mevcut.Eğer gerçekten macerayı ve heyecanı seviyorsanız,bu oyukların arasından yürüyerek adanın diğer tarafına geçebiliyorsunuz.Dişlice AdasıBen biraz yürümekle birlikte çok da ilerlemeye cesaret edemedim doğrusu.Birbirine dayanmış taşlar o kadar ilginç ki bir tanesi yerinden oynasa, tümü üzerinize devrilecekmiş hissi yaratıyor.Gökyüzüne baktığınızda,üzerinizde güneşi,sağ ve solunuzda gökyüzüne uzanan devasa kayaların arasında da kendinizi karınca gibi görüyorsunuz.Dişlice Adası Gördüğünüz taş yapısı gerçekten de köklü bir dişi anımsatmıyor mu size de? Bu arada,bu koylarda ki denizin güzelliğini ve serinliğini fotoğraflarla dahi anlatmak mümkün değil.Zaten açık denizde,yüzme keyfini yaşadıktan sonra ,sığ denizde yüzmek,küvete giriyorsunuz hissi yaratıyor insanda.Kamelya Adası(Manastır)Kamelya Adası da en ilginç olan yerlerden biriydi.Buraya tekne ile yanaşırken sizi sahilden selamlayan keçileri görüyorsunuz öncelikle.Keçi deyince oğlak burcu olarak,aramızda bir sempati oluştu doğal olarak.Sahil boyunca taşları yalayarak geziniyorlardı.Kamelya Adası(Manastır) Kamelya Adası Manastır Koyu olarak da biliniyormuş.Yunanlılar döneminde yaşam sürdürmüş tek ada burasıymış.Adada yıkık bir manastır ve birden fazla dilek ağacı var.Allah bilir insanlar ne dilekler ve umutlarla,bu ağaca bu bezleri bağlamışlardır diye düşünmeye başlıyorsunuz.Kamelya Adası(Manastır) Manastırın uzaktan görünüşü bu şekilde,bahçe zemininde de çok güzel mozaikler olduğunu hem okudum hem de tekne kaptanı söyledi.Biz çıkmadık ama dilek ağacından da gördüğünüz gibi çıkılıp gezilebiliyormuş.Kamelya Adası(Manastır) Sözünü ettiğim keçi arkadaşlar bizi , gördüğünüz şekilde selamladılar.Bu arada tekneden balık tutanlar oldu.Hareket halindeyken benim şahit olduğum iki adet irice palamut arkadaş hayata veda etti.

Şimdi, bu tekne gezisi için özet yapmam gerekirse,deniz muhteşem,doğa eşsiz güzellikte.Kaldığınız yere en yakın iskeleye yanaşan tekneye binmek için denizden yürümeniz son derece eğlenceli bir durum.Teknede verilen yemekler son derece doyurucu,lezzetli ve temizdi.Gördüğüm kadarıyla bazı insanlar ufak tefek yiyecekleri yanlarında getirip,teknede usul usul yediler.Teknenin alt katında,oturup,sohbet edip,etrafı fotoğraflayabileceğiniz gibi,üst kata çıkıp,şezlonglarda güneşlenebilirsiniz de.Bütün bunlar olumlu tarafları.Olumsuz olanı ise teknede satın almak isteyeceğiniz su,kahve,meşrubat vs gibi şeyler dışarıda ki fiyatlarının neredeyse 2,5 katı değerinde.Bu kısım insana biraz dokunuyor doğrusu.İnsan bile bile bu kadar fazla ödemek istemiyor.Haydi olsun da yüzde elli koy üzerine 2,5 katı biraz fazla diyorsun.Onlar da sanırım olaya şöyle bakıyorlar,geldin gezdin,gördün o zaman para harca.

Bir sonra ki yazı yemekler ve kalınacak yerler hakkında.

Sevgiyle….

Güler Denizli’de

Gün geçtikçe insanlar ister istemez değişiyor.Bunu kötü anlamda söylemiyorum,yani tercihleri,seçimleri değişebiliyor.Eskiden tatil deyince aklımıza ilk gelen güneş,deniz,kum vs idi.Artık farklı düşünmeye başladık.Daha doğrusu ben hep farklı düşünüyordum da,Babangam öyle pek gezgin bir ruh değildi.Pamukkale Benim de nedense ,bir göçebe ruhum var.Biraz oraya ,biraz buraya gitmeyi seviyorum.Tatil deyince aklıma öyle beş yıldızlı oteller,tatil köyleri gelmiyor açıkçası.Dünya para verip,oralarda yine de yemek için rezervasyon yaptırmak,sıra beklemek,tatil için süslü kıyafetler taşımak sanırım çok da bana göre değil.O tür yerleri sevmediğimden değil ama akşam yemeğe inerken ,karşılaşan bayanların ne giymiş acaba merakıyla birbirlerini baştan aşağı süzmesi,tatilde olunmasına rağmen ful makyaj yapıp saçların fönlenmesi falan çok da bana uyan şeyler değil.Tatil deyince benim ilk aklıma gelen şey özgürlük.Herzaman yaşadığın yerden uzaklaşmak,seni tanımayan insanların arasına karışmak,yeni yerler görmek,yeni lezzetler keşfetmek,yeni insanlar tanımak ama bir terlik,bir şortla gezerken bunları yapabilmek.PamukkaleBabangam da tam anlatıklarımın tersine tatilde lüks ve konforlu mekanlarda olmayı,ütülü pantalon ve gömlekler giymeyi,her kıyafetine uygun saatler takmayı vs seven bir yakışıklı adamdı.Dı diyorum,çünkü yıllarca onun hoşlandığı türde tatiller yaptık.Bir tatil köyüne veya güzel bir otele yerleşip,herşey dahil deyip,girdiğimiz otelden,tatil sonu çıktık.Görüp göreceğimiz,gittiğimiz tatil yeri ve kaldığımız otel mutfağının süslü yemekleri oldu.Ama artık devir benim devrim ve sıra bana geldi.İşin ilginci ilk kez geçen sene bu şekilde ordan oraya yaptığımız tatil Babangamında hoşuna gidince bu sene de iki gezgin ruh düştük yollara.Geçen sene ki tatil maceralarını,hayata dair kategorisinde Güler’in Yol Maceraları etiketi ile okuyabilirsiniz.PamukkaleBu sene yola çıkarken ilk durağımızın annemi ziyaretle başlamasına karar verdik.Artık annemin elini öpüp ,koklayamasam da,onun bizi gördüğüne ve duyduğuna yürekten inanıyorum.Afyon’da Canım Annemi ziyaret edip,dualarımızın onun ruhuna ulaşmasını canı gönülden dileyerek,ilk dinlenme ve mola yeri olarak Denizli’yi seçtik.Babangamda ben de daha önce geçip gittiğimiz o yüzden geldik saymadığımız  Denizli’ye ilk kez gerçek manada geliyorduk.Plansız ve rezervasyonsuz.Gelmişken daha önce gelmiş olmamıza rağmen Pamukkale’ye uğradık.Eskiden arabayla yukarılara kadar çıkılırken bu sefer arabalara izin vermiyorlardı.Pamukkale Natural Park girişinde aracınızı park edip yürüyerek uzun bir yol katederek travertenlere ulaşabiliyorsunuz.Aslında bu insan bünyesini zorlayan bir durum olmasına rağmen doğal ortamın korunması açısından çok da iyi olmuş.Pamukkale Uzun yıllar önce geldiğimizde ,çok da hoşuma gitmeyen Pamukkale’yi bu sefer çok daha iyi ve temiz buldum.Parkın içinde güzel oturup,dinlenip,birşeyler yiyip içebileceğiniz mekanlar var.Cumartesi günü olmasından mı bilmem,bir sürü gelin,damat ve nişan kıyafetleri ile parkın içinde dolaşan çiftler vardı.Bu arada Denizli kızlarının gelinlik ve nişan kıyafeti zevkleri hakkında da geniş bir fikre sahip olmuş oldum.Pamukkale Bu arada yine bazı hayvanların yine insanların zevkleri için alet ediliyor olması beni üzdü doğrusu.O sıcakta güneş altında ağzı bağlanmış bu devecik,kafasında şapka ile poz veriyor,insanlarla resim çektiriyordu.Resimde okuyabiliyormusunuz bilmiyorum ama bu  can ile tur, 20 TL,ayakta resim çektirme 10 TL,üzerinde 5 TL,yanında foto çektirme ise 3 Tl değerindeydi.Ayrıca çocukların bindirilip gezdirildiği bir Sıpanın çektiği küçük bir araba dahi vardı.Türk insanı her ortam ve durumu paraya çevirme zekasına sahip.:)Kebapçı Selçuk Denizli Pamukkale’de geçirdiğimiz bir iki saat sonunda Denizli’ye geliverdik.Denizli son derece modern,tertemiz bir şehir.Anadolu insanı herzaman ki gibi sıcacık ve samimi.Son derece güleryüzlü olan Denizli halkı ne soru sorsak bizi aydınlatmak için elinden geleni yaptı.Bu arada o kadar güzel melodik bir şiveleri varki ,dinlerken insan susmalarını istemiyor doğrusu.Denizli’ye gelip de meşhur fırın kebabını yememek mümkün değildi.Daha Pamukkale’de iken başladım araştırmaya bu nam-ı diğer çatalsız en lezzetli nerede yenilebilir diye.Pamukkale’de sorduklarımız da,sağolsun lezzet aşığı dostlarımız da bize aynı adresi gösterdiler.Ancak şöyle bir durum vardı,bu kebap saat 11 den öğleden sonra 3 en fazla 5 e kadar bulunabiliyordu.Oysa biz bunun için oldukça geç kalmıştık ama büyük bir güvenle,koskoca Denizli’de o dillere destan fırın kebabı bulamayacak değiliz ki diye düşünerek,önce otele yerleşmeye karar verdik.Dediğim gibi tamamen rezervasyonsuz ve doğaçlama hareket ettiğimizden,arabayı bir kenara çekip,internetten kısa bir araştırma ve telefon görüşmesi sonunda şehir merkezinde olmasını istediğimiz oteli seçtik.Tam şehir merkezinde meşhur Denizli Horozu heykelinin çarprazında minik bir otel.Esin Otel

Aslında otelden çok da büyük bir beklentimiz yoktu.İstediğimiz tek şey temiz olması ve şehir merkezinde bulunmasıydı.Esin Otel 40 oda kapasiteli ,Wi-Fi olan tam meydanda içi tertemiz bir otel.Sabahları açık büfe kahvaltısı,odalarında kliması,balkonu olan ,herşeyden önemlisi çalışan personeli güleryüzlü ve çok güzel Denizli şivesi ile konuşan insanlardan oluşan bir otel.Odamıza yerleştiğimizin 5. dakikasında biz istemeden çay servisi yaparak beni kazandılar.Kahvaltısını henüz bu satırları yazarken görmediğim için o konu hakkında görüş bildiremiyorum.Denizli Fırın KebabıEvet efendim gelelim asıl konumuza,Lezzeti dillere destan fırın kebabını tatmak için dediğim gibi son derece rahat bir şekilde,bize önerilen mekana yürüyerek gitmeye karar verdik.Kale İçi’nde bir yeri önerdi herkes.Bu arada bir şeyler almak için girdiğimiz,dükkan sahibine bu mekanı sorduğumuzda bu saatte mümkün değil bulamazsınız çatalsız kebabı dedi.İşte o an benim bittiğim an oldu.Dükkan sahibine ısrarla bu saatte et biter mi koca Denizli’de diye ısrar ediyormuşum ki ,Babangam elimden tutup beni mağazanın dışına çıkardı.Ben hala ısrarla,bu kadar ünlü bir kebabın erken bir saatte bittiğine inanmazken ve neredeyse ağlamaya hazırlanan ses tonuyla konuşurken,o da bana dükkan sahibinin anlattığı şekilde buradaki insanların düzenlerinin bu şekilde olduğunu ve bu kebabı yapan ustaların bu şekilde çalıştıklarını anlatmaya çalışıyordu.Ama ben inatçı oğlak kimliğine sahip,aynı zamanda yemek blogu olan bir yazar olarak yılmak yok arayacağız dedim.Canım Babangam ile elele Kale İçi’ne kadar yürüdük.Gördük ki bütün dükkanlar kapanmış.Ara sokaklara daldık.Derken Allah beni sevindirdi ve Saraylar Mahallesinde Kebapçı Selçuk Usta’nın mekanını karşımıza çıkardı.Denizli Fırın KebabıNeredeyse koşarak içeri girdik.Çatalsız yemeye geldik dedik.Buyrun dediklerinde bize masa gösteren çocuğa soru sormaya başlamıştım bile.Bu kebabı,13 ile 14 kg ağırlığında kuzu etlerinden yaptıklarını,dişi kuzu etinin daha yumuşak olduğunu anlatmaya başlamıştı.Kuzunun her bir bölgesi bu kebabı yapmaya uygunmuş.Bir tek but kısmı fazla yağlı olmadığından o kısım fazla kullanılmıyormuş.Yıllardır ustalar yazdığım saatlerde et çıkarıyorlarmış.Fırın kebabını yapan ilk ustalar bu kebabı elle yenmek üzere sunduklarından onlara saygı adına hala elle ikram edilip el ile yeniliyormuş.Benim için hiç sorun değil ben on parmak yiyebilirim,çok kokmadığı sürece ki kuzu eti koyun eti gibi kokmaz onu da yerim ama sorun Babanga.Onu da fazla çizgisi dışına çıkmaya zorlamak haksızlık olur diye düşünüyordum.Fakat baktım o da çok fazla olaya girmiş durumda.Neticede o anda olayın benim için değer ve önemini kavramış hatta beni de geçmiş.

Denizli Fırın KebabıMekan resimlerde de gördüğünüz gibi basit bir esnaf lokantası biçiminde.Ancak ilgi tavan yapmış durumda.Masalarda gerçekten servis yok ,ne tabak ne çatal  ne de bıçak konulmamış.Servis yapacak olan arkadaş eti nasıl istediğimizi sorduğunda kemiksiz ve yağsız cevabımız üzerine, bu et bir miktar yağlı olursa lezzetli olur  deyince, seçimi ona bıraktık.

Soğan, domates ve tazecik acı biber masaya geldikten sonra ortaya 2 kişilik olarak gelen et (adet böyleymiş,istenirse tek kişilik porsiyonlar olarak da veriyorlarmış),dükkandaki bir müşterinin,saat ilerlediği için et bir miktar kurumuş olabilir ama buranın kebabı çok lezzetlidir ve bu kebap şu saatlerde yenir şeklinde bir özetinden sonra afiyetle mideye indirildi.Gerçekten çok lezzetliydi ve tadı damağımızda kaldı ancak daha fazlası olmadığından onu bulduğumuza şükrederek mutlu bir şekilde dükkandan ayrıldık.

Bu arada Bu kebabı Denizli halkının oldukça yağlı sevdiğini ve öyle yediğini ,burada yaşayan insanların çayı en az 3 şekerle içtiğini,Denizli’nin kızı,tozu ve horozu ünlüdür diye bir söz olduğunu da öğrendik.

Denizli’nin horozunun ünü herkesçe bilinir.Ancak gördüğünüz horoz heykeli bulunduğu yere 2 gün önce dikilmiş, bu da benim burası için iyi şansımdı.Heykelin etrafındaki kalabalığı tahmin bile edemezsiniz.İlk kez zorlanmadan ve bu kadın ne yapıyor diye düşünürler mi acaba demeden gönül rahatlığı ile fotoğraf çektim.Çünkü benimle birlikte onlarca kişi horoz heykelinin fotoğrafını çekiyordu.

Bu arada Denizli deyince Sevgili Özay Gönlüm’ü de sevgi ve rahmet ile anmadan geçmeyelim.

Siz siz olun bizim  düştüğümüz hataya düşmeyin.Bu lezzetli kebabı yemek istiyorsanız gündüz 11 ile en geç 16:00 arası Denizli’de olun.

Şimdi veda zamanı yarın sabah erkenden yollarda başka bir güzel tatil yöremizde olacağız.

Sevgiyle….